Kentte hayat benim beklediğimden daha hızlı değişiyor. O bildik şehir trafiği geri geldi bile. Parklarda, sokak ve caddelerde her gün daha fazla insan görüyorum ve insanların yüzü gülmeye başladı. Sinemalar, tiyatrolar, konser salonları, lokantalar-eğlence mekânları açısından ise değişen pek bir şey yok. Sadece lokantalarda hafif bir hareketlenme belirtisi var. Sanki hayat normale dönüyor gibi ama bunun nasıl bir “normal” olacağını, nasıl bir normalin bizi beklediğini bilmiyor gibi bir halimiz de var. Aşı bulunamazsa, şu günlerdeki “normal öncesi” durum korkarım hayatımızın “normali” halini alacak. Önceki yazılarımda bahsettiğim önlemler ise olduğu gibi sürüyor, hiçbir gevşeme yok.

Şehirden birkaç haber: Yerel hükümet yetkilileri, bankalar ve işletme temsilcileriyle yapılan toplantıda, özellikle orta, küçük ve çok küçük işletmelere yönelik olmak üzere, bankaların Wuhan’a 435 milyar Yuan (yaklaşık 62 milyar dolar) kredi vermeyi kabul ettiği duyuruldu. Buna ek olarak, enerji fiyatları, kira, vergi, sigorta vs giderlerinde indirimler, istihdam teşvikleri gibi epeyce kapsamlı bir paket de açıklandı. “Büyük hediye paketi” olarak duyurulan bu canlandırma girişimi, umarım küçücük bir dükkânda tek başına pişirip sattığı yiyeceklerle hayata tutunmaya çalışan o kadının da derdine çare olur. Çevre kasabaların birinden gelen bu genç kadın şehir sokaklarında dolaşan TV programcılarının kamerasına takılmıştı. Kameraya çürüyen malzemelerini (yiyecekler) gösterip “Şimdi kimden para bulup tekrar başlayabileceğim. Para bulabileceğim kimse yok ki” diye ağlıyordu. Dükkânını ancak iki buçuk ay sonra açabildiğinde karşılaştığı manzara buydu.

Kentteki asemptomatik vakaları tespit etmek için tarama testleri tam gaz devam ediyor. Öncelik öğretmenler, otobüs şoförleri gibi sosyal etkileşimi fazla olan meslek gruplarının. Epeyce bir süredir şehirde yeki vaka ve can kaybı yok. Dün hepsi Wuhan’da yaşayan 22 hasta daha iyileşerek hastaneden taburcu edildi. Geride tedavi gören kırk kişi kaldı. Bir hastanın durumu ciddi. Doktorlar durumu kritik olan hasta olmadığını söyledi.

6 Mayıs’ta liseler açılıyor. Her öğrenci tek kişilik küçük bir sırada oturacak ve sıralar arasında 1,5 metre mesafe bulunacak. Okullar öğrencilere günde üç kez yemek vermekle yükümlüler. Evden yemek getirmeye veya dışarıdan sipariş vermeye izin yok.

Şimdi öğretmenler öğrenci rolü oynayarak karşılaşabilecekleri her olası sorunla nasıl ilgilenecekleri konusunda sıkı bir eğitimden geçiriliyorlar. Çinliler hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz ve her şeyi adım adım hesap ederler. Sallapatilik pek bu insanlara göre değil.
Dibao (hükümetin verdiği geçim yardımı/sosyal yardım) Wuhan’da 680 Yuan’dan 830 Yuan’a yükseltildi (yaklaşık 120 Dolar).

Bildiğim kadarıyla bu ödeme yerel yönetimlerin bütçesinden yapılıyor. Salgın sürecinde yardım yapılanların sayısının iki hatta üçe katlandığına dair haberler okumuştum. Para yardımına ek olarak, bu kişilere gıda yardımları da yapılıyor. Yerel yönetim deyip geçmeyin. Burada yerel yönetimler, merkezi hükümetten ciddi özerkliğe sahip ve devasa bütçeleri yöneten çok güçlü yapılardır. Zaten bu akıl almaz kalkınma büyük ölçüde yerel yönetimlerin eseri.

Salgın döneminde, uzaktan da olsa, bizim de belediyeyle yolumuz kesişti. Daha önce de yazmıştım, karantina başladığında Wuhan değildim. O arkamızdan geldi. Önce karantina geldi, ardından da yüreğimizi hoplatan o telefon. Cep telefonu kayıtlarımızdan (tren bileti alırken oluşturulan kayıt, baz istasyonu kaydı değil) bize ulaşan eyalet sağlık yetkililerinden biri risk altında olduğumuza dair uyarıda bulundu ve belirtilen sağlık kurumuna başvurmamızı istedi. Neyse ki sonuç korktuğumuz gibi olmadı ve çabuk toparlandık. Wuhan için bağış ve yardım kampanyaları başladığında “Bebek maması gönderelim” dedim.

Aldığımız mamaları koli yapıp Wuhan belediyesinin yardım kuruluşuna gönderdik. Belediyeyle yolumuzun kesişme hikâyesi bundan ibaret. Neden belediyeye gönderdiğimizi sorduğumda, arkadaşım “Onlar bütün şehri kapı kapı bilirler. Yardımları onlar yapıyor. Kimin neye ihtiyacı olduğunu kimse onlardan daha iyi bilemez” dedi.

Neden bebek maması derseniz, bu on yıl kadar önceye giden bir hikâye. O zamanlar, Çin’de bebek mamalarının içindeki bir zararlı madde nedeniyle çok sayıda bebek ölümü yaşanmıştı. Çin’de mama bulunamadığı o günlerde “başkalarının felaketini/krizi fırsata çevirmeye çalışan” yaratıkların nasıl sefilleştiğini görmek midemi bulandırmıştı. HK’dan tedarik ettikleri mamaları kaçak yollardan Çin’e sokarak fahiş fiyatlarla satıyorlardı. O günlerde Hong Kong’da bulabildiğim bebek mamalarını Çin’deki arkadaşlara “Fazlasını çevrenizdeki annelere dağıtın” diyerek gönderiyordum. Ufaklık Lien de o mamaları yiyerek büyüyen bebelerden biriymiş. Shenzhen’de (HK'a sınır Çin kenti) birkaç aylık bir bebeği olan bir arkadaşa verdiğim mama paketlerinden biri düzenli olarak Lien’in annesine (Shu) de ulaşmış. Bir zaman sonra (üç yıl kadar), Shu, “O iyi kalpli adamı tanımak isterdim” demiş. Tanıştık. Mevzuyu şöyle toparlayayım: Bebek mamasının faydası saymakla bitmez…