Buca Cezaevi özgürleşirken…

Konuk Yazar: Nurettin Mamalı

Ülke yarı açık cezaevine çevrilirken, şehir merkezlerindeki cezaevleri yıkılıp, yerlerine kent dışında Yüksek Güvenlikli Cezaevleri yapılıyor, boşaltılan arazileri rant amacıyla sermayeye peşkeş çekiliyor. Kent merkezindeki Tekel, Tariş binalarını, hemen yanı başında ikamet eden, kısa süre önceye dek onlara iş gücü sağlayan Okmeydanı, Tarlabaşı, Bayraklı, Gültepe gibi emekçilerin mahalleleri ortadan kaldırılıyor, kentler rantiyelerin gereksinimlerine göre yeniden düzenliyor.

1954 yılında, Alman mimarların, Nazi mimarisinin etkisiyle yaptıkları planlarla yaşama geçirilen Buca Cezaevi’nin kapatılması, yaklaşık altı ay önce kamuoyunun gündemine girdi. İzmir’in en kalabalık ilçesi Buca yerelinde yer alan kırka yakın parti, sendika, STK Cezaevi Özgürleşirken Platformu’nu (BCÖP) oluşturarak, konuyu bilince çıkartmak için imza masaları kurdu, pankartlar astı, billboardlardan sesini duyurmaya çalıştı.

Gelinen noktada konu, alanın kamusal yarar gözetilerek değerlendirilmesi, en fazla oranda yeşilin korunması düşüncesiyle İzmirlilere mal edilmiştir.

Yaşanılanlar, BCÖP’nun önemini, siyasetin toplumsallaşması, toplumun siyasallaşması doğrultusunda doğru yolda olduğunu göstermiştir. Ciddi hatalar yapılmazsa, bu birliktelik iş üzerinde geliştirilebilir, sürdürülebilir ya da süreç içerisinde sönümlenebilir.

Latin Amerika yerlilerinin su mücadelesinde de, Amazon ormanlarının yok edilmesine karşı duruşta, Bergama altın madenciliğine, Karadeniz’in HES’lerine karşı sürdürülen mücadelede evrensel hukuk normlarıyla mücadele verilmiş, bilimsel karşı duruşlar ortaya konmuş, bunların üzerine toplumsal karşı duruş biçimlenmiş, geliştirilmiştir. Ama hukuksal kazanımlara rağmen, sermayenin kendi çıkarları doğrultusunda yoluna devam ettiği, durmadığı yaşanan pratiklerde görülüyor.

Buca’da da, İzmir Barosu’nun yürütmeyi durdurma davası sürerken, yasal süreç beklenilmemiş, tarihi itibarıyla, toplumsal bir bellek olan, kader mahkûmlarının, düşünce suçlularının, Hayata Dönüş Operasyonlarında yitirilen canların, idam edilen yoldaşların dönemsel mekânı cezaevi, benzerine rastlanmayacak hızda yıkılmış, yok edilmiş, ardından yıkımın durdurulması kararı gelmiştir.

Cezaevi yıkılmasın, sosyal donatılarla öğrenci yurdu yapılsın, cezaevinin bir bölümü korunarak, Ulucanlar Cezaevi gibi müze yapılsın, toplumsal bellek yaşatılsın, kalanı yeşil alan yapılsın gibi tartışmalar da anlamını yitirdi. Elimizde Yeşilçam filmlerinden, cezaevi önünde ziyarete gelenlerin görüntüleri kaldı.

Bugün Buca’nın tam ortasında, Adalet Bakanlığı’nın, İller Bankası’na, onun da Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na devrettiği yaklaşık 80 dönümlük bir enkaz alan yer alıyor. İki binli yıllarda Ticaret Merkezi ağırlıklı olmasına karar verilen alan, bir parça değişiklikle içerisinde yatay mimariyle ticaret merkezi, onun üzerinde dikey mimariyle konut alanı, bir tutam yeşil alanla yeni bir proje olarak karşımıza çıkarıldı.

Bir süredir Buca sokaklarında, AKP imzalı, “Buca Cezaevi Garabetini Yıktık” pankartları ile CÖP’nun “Buca Nefes Alsın” pankartları,’’ Cezaevi Alanı Yeşil Olsun” başlıklı imza masaları karşı karşıya. Bir tarafta her metrekareyi ranta çeviren iktidarın beton yığını projeleri, diğer yanda BCÖP’nin, meslek odalarının, yerel yönetimlerin, yeşil alan mücadelesi.

Bir tarafta, kentin göbeğinde sıkışmış trafiği kat kat artıracak, yatay ve dikey yaklaşık 50 bin metrekarelik bir beton yığını, tüketilecek devasa enerji, iklim değişikliğinin en önemli nedenlerinden çevreye yayılacak klima gazları, ısı kaynağı bir yapılaşma. Diğer yanda, “Buca’da yeterli acil müdahale alanı, toplanma alanı yok, burası bu nedenle yeşil alan olmalı” diyen Bucalılar, İzmirliler.

Güçlü bir kamuoyu oluşturulabilirse, rant projesi durdurulabilir. Ardından bilim insanlarıyla, Buca’nın örgütlü temsilcileriyle bir araya gelinerek, Buca’nın sosyoekonomik gereksinimleri, fiziki yapısı ele alınabilir, birlikte kamusal bir alan oluşturulabilir.

Kentin sorunlarının bizim sorunlarımız olduğunu, kentte haklarımız ve kente karşı sorumluluklarımız olduğunu biliyoruz. Körfez geçiş projesiyle, Çeşme Yarımada projesinin bağını, kent merkezlerindeki kamusal alanların sermayeye peşkeş çekilmesiyle, kentsel dönüşümle, çarpık kentleşmeyle cezaevi alanının talan edilmesi arasındaki bağı biliyoruz.

Kentle ilgili kararların bir yerlerde alınamayacağını, katılımcı bir anlayışla alınacak kararların yaşam şansının olduğunu biliyoruz.

Gezi’den, “Bu sadece bir ağaç meselesi değil” diyenlerden. “Biz topraklarımızda Altın Madeni İstemiyoruz” diye iş makinelerinin önüne çıkan Bergama köylülerinden. HES mücadelesinde, yaşam alanlarına sahip çıkan Karadeniz köylülerinden biliyoruz.

Eyleyen, eylerken dönüşen, dönüştürenlerden biliyoruz.