Ukrayna'dan yola çıkan tahıl gemisinin adresi benzeri görülmemiş bir ekonomik çöküşün girdabındaki Lübnan. Yıllık buğday ithalatının yüzde 81’ini Ukrayna’dan karşılayan Lübnan, ülkeden kaçanlara göre cehennemden bile daha beter durumda. Ülkeden kaçan kaçana.

Buğday, hayat ve ölüm

Dr. Ümit Fırat AÇIKGÖZ / Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi

Aylardır dünya gündemini işgal eden küresel tahıl krizinin vurduğu ülkelerin başında Lübnan geliyor. Benzeri görülmemiş bir ekonomik çöküşün girdabındaki ülkede tahıl, gündelik hayat mücadelesinin merkezinde yer almakla kalmıyor. Aynı zamanda açtığı yaralar ilk günkü kadar derin olan bir toplumsal travmanın sembollerinden biri: Geçen perşembe ikinci yıldönümü olan liman patlamasının.

Tahıl krizinin temelinde küresel iklim değişikliği ile beraber Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yatıyor. Dünyanın beşinci büyük tahıl ihracatçısı Ukrayna’nın limanları aylardır Rus ablukası altında. Birleşmiş Milletler ve Türkiye arabuluculuğu ile varılan anlaşma sonucu tahıl yüklü ilk gemi 1 Ağustos’ta Odesa’dan yola çıktı. Rotası ise Lübnan.

Lübnan, yıllık buğday ithalatının yüzde 81’ini Ukrayna’dan gerçekleştiriyor. Buğday tedariki savaşla beraber sekteye uğrarken, fırınların önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Doğu Akdeniz sıcağında ekmek kuyruğunda bekleyenler arasında sık sık gerginlik yaşanıyor. Tepkilerin fırıncılara yöneldiği örnekler de az değil. Zira Lübnan’da mesele ekmeği piyasa fiyatına bulabilmek. Fırınlarda 16 bin Lübnan Lirası’na (yaklaşık 10 TL) satılan bir poşet ekmek karaborsada 40 bin liraya alıcı bulabiliyor. Hem de sıra beklemek bir tarafa, bu parayı verebilenin adresine teslim ediliyor.

150 YILIN EN DERİN ÜÇ KRİZİNDEN BİRİ

Çoğu Lübnanlı piyasa fiyatı ile bile ekmek alacak durumda değil. Ülkede yaklaşık üç senedir gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar kriz tanımlamasını anlamsız kılıyor. Dünya Bankası’na göre “son yüz elli yılın en derin üç krizinden birisi” olan ekonomik darboğazı tarif edebilmek için “çöküş” daha uygun bir tanım.

Birleşmiş Milletler verilerine göre yoksulluk sınırı altında yaşan Lübnanlıların nüfusa oranı 2019 yılında yüzde 42 iken bugün yüzde 82. Aynı dönemde lira yüzde 90’dan fazla değer yitirirken işsizlik ise yüzde 11’den yüzde 30’a yükseldi. Yine BM verilerine göre yıllık enflasyon gıda fiyatlarında yüzde 300'leri, ulaşım giderlerinde yüzde 500'leri aşıyor. Bu tabloyu kendi ülkeleriyle kıyaslamadan edemeyecek okurlar için önemli bir veri paylaşalım: Üç haneli enflasyonu yaşayan bir başka ülke Türkiye’nin aksine Lübnan’da ücretlere herhangi bir artış yapılmış değil. 2012'den beri değişmeyen asgari ücretin 2019’daki karşılığı aylık 450 dolar iken bugün 22 dolar. Çoğu devlet memurunun evden işe ulaşım masrafı maaşını aşıyor.
Bu çöküş tablosunun tezahürleri bir yazıda özetlenemeyecek denli çeşitli ve can yakıcı. Gıda ile beraber en temel meselelerden olan altyapı ve göç, çöküşün boyutlarına dair fikir vermeye yeter.

24 SAAT KESİNTİSİZ ELEKTRİK VERİLEMİYOR

1975-1990 arasındaki iç savaştan bu yana Lübnan devleti 24 saat elektrik tedarik edemiyor. Lübnanlılar iki ayrı elektrik faturası ödüyor. Birisi devlete diğeri her binada birer tane bulunan jeneratörlere. Ekonomik çöküşün başladığı 2019’dan önce Beyrut’ta 4-5 saate, kırsalda 18 saate varan kesintiler sıradanlaşmış idi. Her kesintiden sonra birkaç saniye içinde jeneratörler devreye giriyordu.

Yaklaşık iki senedir devletin tedarik ettiği elektrik günde iki saate kadar düştü. Jeneratörleri çalıştırmak ise hiç olmadığı kadar masraflı. Merkez Bankası petrol ürünlerine sübvansiyonu 2021 yazında sona erdirince mazot fiyatları neredeyse yirmi kat arttı. 24 saat elektrik, jeneratörlere daire başı ayda bin dolar civarı bir fatura ödenen çok az sayıda binada bulunan bir lüks. Diğerlerinde günde ancak 10-12 saat elektrik var. Jeneratör çalıştıracak mazotu bulamayan binalar ise devletin verdiği iki saatlik elektrikle yetiniyor. Yiyecek ve ilaçların muhafazası, sıcak su tedariki, asansör, ısınma ya da serinleme gibi pek çok meselede elektriksizliğin nelere yol açacağını kestirmek zor değil. Bunların yanında belki ilk elde akla gelmeyen sayısız komplikasyon söz konusu. Çalıştığım Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde uzaktan eğitim sürecinde karşılaştığımız zorluklar bunun sadece bir örneği. Ders saatinde bazı öğrencilerin evinde elektrik olup diğerlerinde de olmaz iken tüm sınıfla aynı anda buluşabilmek mümkün değil. Son derece yavaş ve sık sık kesilen internet bağlantısını bir kenara bıraksak bile.

bugday-hayat-ve-olum-1049068-1.

ELEKTRİK KESİNTİLERİ SU TEDARİKİNİ ETKİLİYOR

Bir başka temel mesele su. Elektrik kesintileri su tedarikini de etkiliyor. Bunun yanında ekonomik çöküş ve idari basiretsizlik nedeniyle su altyapısının gerekli bakımları da yapılamaz halde. Su kesintileri giderek sıklaşıyor. Örneğin Güney Lübnan’daki Beit Yahoun köyünde bir senedir sular kesik. Beyrut dahil pek çok bölgede tankerlerle fahiş fiyatlara su satılıyor. İki elektrik faturası ödemeye alışmış Lübnanlılar su için de iki ayrı fatura öder oldu. Tankerlerde satılan suyun hijyenik olup olmadığı ise muamma. Kontrolsüzce çıkarılan tatlı suyun yeraltı su kaynakları üzerine uzun vadede etkisi ayrı bir endişe kaynağı.
Tüm bunların, karlı dağları onlarca dereyi besleyen, Doğu Akdeniz kıyılarının Türkiye’den sonra en zengin tatlı su kaynaklarına sahip ülkesinde olduğunu hatırlamak Lübnan’ın hem işlemeyen devletine hem de ekonomik çöküşünün boyutlarına dair net bir fikir verir.

İşlevsiz devlet ve ekonomik çöküşün başka bir acı göstergesi ise eğitim. Daha on yıl öncesine dek eğitim kalitesinde dünyanın ilk on ülkesi arasında gösterilen Lübnan’da iki yıldır gittikçe artan sayıda öğretmen ülkeyi, öğrenci ise okulu terk ediyor. Maaşları kuşa dönen binlerce öğretmen Körfez bölgesindeki okullarda iş buldu veya arıyor. Çocuk işçiliğinin bazı bölgelerinde %45’lere ulaştığı ülkede on binlerce öğrenci okulu terk etmek durumunda kaldı. Bir milyona yakın Suriyeli ve yarım milyona yakın Filistinli sığınmacı arasında bu tablo daha da vahim.

Üç sene öncesine kadar Lübnan sadece eğitimde değil aynı zamanda sağlıkta da Arap dünyasının lider ülkelerinden biriydi. 2019’dan beri doktorların yüzde 40’ı hemşirelerin ise yüzde 30’u ülkeyi terk etti. Çoğunun adresi başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere yine Körfez ülkeleri.

CEHENNEM BURADAN ZOR OLMASA GEREK

Lübnanlı beyaz yakalılar yurt dışında iş bulup ülkeyi yasal yollarla terk ederken diğerleri Avrupa’ya sığınabilme umuduyla hayatlarını tehlikeye atıyor. Özellikle Doğu Akdeniz’in en yoksul kenti Trablusşam’ta varını yoğunu satıp, insan kaçakçılarına ödedikleri dört-beş bin dolar karşılığında derme çatma bir botla Kıbrıs’a ulaşmaya çalışanların sayısı gittikçe artıyor. Bu hayal uğruna canını verenlerin de. Geçtiğimiz Nisan ayında Trablusşam’dan ayrıldıktan kısa süre sonra Lübnan sahil güvenliğinden kurtulmaya çalışırken batan bottaki altı kişinin cesedine ulaşıldı. Yirmiden fazla kişinin cesedi ise hala bulunabilmiş değil. Avrupa’ya sığınmaya çalışanlar arasında Yunanistan veya Sırbistan’dan geri gönderilen, Türkiye’de haftalarca cezaevinde kalıp sınır dışı edilenler var. Avrupa’ya ulaşmayı başaranların hikayeleri ise Trablusşamlılara ilham veriyor. Nisan ayında batan bottan sağ kurtulanlar, Türkiye’de cezaevine girenler veya ülkeyi terk etmek isteyen diğer Trablusşamlılar aynı şeyleri söylüyor: “Tekrar deneyeceğim.” “Her gün ölmektense bir kez ölürüm.” “Cehennem buradan daha zor olmasa gerek.” Devlete ve orduya kızgınlar. “Hayatımızı zindana çevirdiniz, bari bırakın gidelim.”

Tüm bunlar olurken 15 Mayıs’taki seçimlerden sonra yeni hükümetin hala kurulamamış olması, ekim ayında gerçekleşmesi gereken, büyük siyasi krizlere gebe cumhurbaşkanlığı seçimi ya da İsrail ile yaşanan ve Hizbullah’ın da müdahalesi ile sıcak çatışmaya evrilme riski taşıyan münhasır ekonomik bölge sınırları meselesi Lübnanlıların gündeminde alt sıralarda. Yüz binlerce Lübnanlı için hayatta kalmak her gün yeni bir mücadele gerektiriyor. Bu mücadelenin hem pratik hem mecazi merkezinde ekmek var. Ekmeğin ise tahıl.

Ukrayna’dan aylar sonra yola çıkan tahıl gemileri Lübnan’a vardığında belki bir miktar rahatlama olacak. Ancak bu, Lübnanlıların tabiriyle bir morfin etkisinden ibaret bir rahatlama. Acıyı sadece bir süreliğine dindiren bir ilaç. Ülkenin kılcallarına kadar işlemiş ölümcül bir hastalığa karşı çaresiz bir ilaç. Hastalığın sebebi Lübnan’ın mezhepçi siyasi sistemi. Bu sistemin köşe başlarını tutan siyasi parti kılığındaki mafya örgütlenmeleri. Bunların yozluk ve liyakatsizliklerinin en büyük sembolü ise yine tahıl.

ÇÖKÜŞ VE YOL OLMANIN EŞİĞİNDE

4 Ağustos 2020’deki liman patlamasından hafızalara kazınan görüntü kısmen yıkılsa da ayakta kalmayı başaran tahıl siloları idi. Patlamanın gerçekleştiği depo ile arasında kaldığı Batı Beyrut’u çok daha büyük bir yıkımdan kurtaran silolardan kente tonlarca buğday savrulmuştu. Yüzlerce ölü, binlerce yaralı ve ağır maddi yıkımın gölgesinde unutulan buğday, patlamanın birinci yıldönümünde umulmadık bir şekilde kendini hatırlatmıştı. Limanın etrafındaki toprak sahada zayıf başaklarıyla arzıendam eden buğday başakları 2021 yazından Lübnan’a dair en akılda kalan görüntü olmuştu.

Bu yaz da silolardaki buğdaylar kendilerini umulmadık şekilde hatırlattı. Hem de yine patlamanın yıldönümünde. Ama bu sefer yaşamın inatçılığının sembolü olarak değil. Çöküşün ve yok olmanın vesilesi olarak…

Patlamadan sonraki kısmen çökmüş haliyle geçtiğimiz ay sonuna kadar ulaşan silolarda günlerdir söndürülemeyen bir yangın var. İtfaiye, tamamen çökeceği endişesiyle siloların yakınına ulaşamıyor. Havadan söndürme çalışmaları ise uzmanlara göre ters tepiyor. Nem ertesi günü daha da güçlü bir yangına yol açıyor. Zira yangının sebebi siloların içinde iki senedir kalıp fermente olan buğday…

Devletin siloları yıkmak istediği sır değil. Görünürde gerekçesi, yeniden inşa edilecek limanda artık kullanılamayacak durumda olan bu yapıya yer olmaması. Asıl gerekçe ise on yılların yolsuzluk ve liyakatsizlik düzeninin bu en acı sembolünden kurtulmak. Patlamada hayatını kaybedenlerin yakınları ve aktivistler ise siloların bir utanç anıtı olarak muhafazası yönünde baskı yapıyor. Bu baskı altında devletin yapmaya çekindiğini ise buğday yapıyor.

Bir hafta içinde bu dev yapının kuzey kısmında iki büyük çöküntü meydana geldi. İkincisi, acımasız bir tesadüfle, 4 Ağustos günü düzenlenen ikinci yıldönümü anması sırasında. Patlamada hayatını kaybedenlerin yakınlarından birisi konuşma yapmaktayken. İki sene öncesinin minyatürü de olsa büyük bir toz bulutu çıkararak. Anmada bulunanların yaralarını bir kere daha dağlayarak. Ayakta kalan silolarda buğday yanmaya devam ederken. Ekmek kuyrukları uzarken. Lübnan, Ukrayna’dan yola çıkan tahıl gemisini beklerken…