“Türkiye’de olan biteni birinci derece denklemlerle açıklayamazsınız, karikatürü olur. Çok bilinmeyenli ve eş zamanlı gelişen bir denklemdir; çözmeniz için bir matris kurmanız lazım. Çok da zor değil ama bakışı değiştirmek gerekir. İkinci Susurluk dediğinizde belki kulağa hoş geliyor, çözümü gördüm sanıyorsunuz ama ancak vakit kaybettiriyor.”

‘Bugün 90’lardaki siyasi ortam yok’

BİRGÜN PAZAR

Daha önce AKP adına mitingler düzenleyen ve devlet tarafından korunan suç örgütü lideri Sedat Peker’in iktidarla arasının bozulması ve kendisine yapılan operasyonların ardından YouTube üzerinde başlattığı video ifşalarıyla mafya-iktidar ilişkisi ve derin devlet yapılanması tekrar gündeme geldi. 90’lardaki mafya-devlet süreciyle aralarındaki farkları, gelinen noktayı ve bu süreçte ortaya çıkan soruları Gazeteci Murat Yetkin’le konuştuk.

Bugün mafya ve siyaset arasında ortaya çıkan ilişkiler kamuoyunda ikinci Susurluk olarak yansıtılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, bu süreç doksanlarda ortaya çıkan mafya-siyaset ilişkisinin organik bir devamı mı?bugun-90-lardaki-siyasi-ortam-yok-878985-1.

Ben bugün yaşadıklarımızla Susurluk arasında bazı benzerlikler bulunduğunu ancak İkinci Susurluk olarak adlandırılamayacağını düşünüyorum. Susurluk, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitimi ardından NATO üyesi ülkelerde geri çekilen ya da dağıtılan paramiliter örgütlenmelerin Türkiye’de PKK ile mücadele gerekçesiyle sürdürülmesinin bir ürünüydü. Miadı doluyordu. Susurluk’taki şaibeli kaza olmasa başka bir yerde, başka şekilde patlayacaktı.

İkincisi, bugün Susurluk’taki bazı aktörlerin, örneğin Mehmet Ağar’ın bugün de varlığı yanıltıcı olmamalı. Bugün tamamen farklı uluslararası ve ulusal ilişkiler söz konusu. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nin ardından öncekinden çok farklı bir dış politika izleniyor; bunun ekonomi ve siyaset üzerinde yansımaları var. İçeride MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi uydurma bir tanım yerine Türk Tipi Başkanlık dediği gücü merkezileştiren, Meclis ve yargının etkisini azaltan bir idari rejim var. Hukuk zayıfladıkça hukuk dışı yapılar güç kazanıyor ve bu yeni düzende, kendilerinin iktidardakilerin işine yarayabileceğini göstererek kendilerine yer açmaya çalışıyor. Bunun en kolay yolu da muhalif sesleri bastırmak çabasıyla öne çıkıyor. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 1950’lerde İsmet İnönü, 1970’lerde yine CHP Lideri Bülent Ecevit gibi en çok saldırıya uğrayan siyasetçidir. Şimdi CHP ile ittifak içindeki İYİ Parti Lideri Meral Akşener’e de başladı.

Üçüncüsü, Susurluk olduğu sırada Türkiye’de siyasi rekabet, merkez sağ ve merkez solda siyasi rekabet fazlaydı. ANAP-DYP rekabeti Mesut Yılmaz’ın, Tansu Çiller’in işini bu defa bitirdiği düşüncesiyle elindeki bütün güçle üstüne gitti. Başbakanlıkta, Meclis’te soruşturmalar, davalar açıldı. Nitekim İçişleri ve Adalet bakanlıkları yapmış olan Ağar bu davaların sonucunda yıllar sonra da olsa mahkûm edildi, hapis yattı. Bugün böyle bir ortam yok. Oyun Sedat Peker’in de Alaattin Çakıcı’nın oynayabileceğinden büyük artık. Azerbaycan, Ermenistan işgali altındaki topraklarını Türkiye’nin desteğiyle geri aldı ve Mübariz Mansimov defteri kapandı; dünyanın sayılı tanker filolarından birini Türkiye’den yönetiyordu. Yine de bir yandan oyunun bittiğine, miatlarının dolduğuna inanmak istemeyenler ve bu yapıları tamamen tasfiye etmeyip, özellikle muhalefeti bastırma amacıyla yedek güç olarak tutmak isteyenler var. Kolay olmuyor tabii. Sanırım bu perdeyi izliyoruz bugünlerde.

Sedat Peker’in İçişleri Bakanı hakkındaki iddialarına Alaattin Çakıcı’nın cevap vermesi, Mehmet Ağar’ın dahil olması gibi enteresan bir tabloyla karşı karşıyayız. İktidarın bugün mafya ile neredeyse bile isteye bu raddede bir ilişki olması, konuyla alakalı olarak Süleyman Soylu’nun açıklamaları dışında partiden herhangi bir aksiyon gelmemesi sizce bir çözülmenin, siyasi acizliğin habercisi mi?

Çözülme göremiyorum ama sarsıntı görüyorum. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2019 yerel seçimlerinde aldığı yenilgi ardından yeni oy tabanlarına yönelmek yerine siyasi İslamcı tabanı -Saadet gibi- başka partilere kaptırmama çizgisine geçti.

Bunda 2019’dan sonra Erdoğan’a oy şantajı yapan İslami cemaat ve tarikatların da payı oldu. Muhtemelen seçim öncesine hazırlanan Ayasofya’nın cami olarak, tadilatı bitmeden apar topar ibadete açılması, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden de bu sıralardan çıkılması rastlantı değil. AK Parti’nin Milli Görüş kökenli ve onları da yeterince radikal bulmayan tabanı Süleyman Soylu gibi, Hulusi Akar gibi siyasi İslamcı kökten gelmeyen siyasetçilerin popülarite kazanmasını istemiyor. Bu durum AK Parti’yi daha da dar bir alana sürükleyebilir ama şu anda bunu hesap edip önlem alamayacak bir dağınıklık içinde görünüyorlar.

Türkiye’de derin devlet dediğimiz ve siyaset, mafya, kolluk gibi kurumları birbirine bağlayan yapı, tarihsel olarak Türkiye’de devlete içkin bir yapı mı onun bir refleksi mi yoksa konjonktür olarak ortaya çıkmış, kökten bağlı olmayan, kişilere, dönemlere bağlı bir yapı mı?

Yıllar önce bir programda Fikret Bila ile birlikte Süleyman Demirel’i sıkıştırdık, epey sıkıştırdık, “Nedir bu derin devlet?” diye. Sonunda ağzından tek kelime döküldü; “Askerdir” dedi. Başka ayrıntı da vermedi. Ama yeterliydi bence; neticede iki defa askeri darbeyle devrilmiş bir siyasetçiydi. Asker dediği, Soğuk Savaş sırasında her şeyin Sovyetler ve komünizmle mücadele odaklı olarak NATO ile iç içe örgütlendiği bir yapıydı; tek istisnası 1974 Kıbrıs harekâtı olmuştu. Ama Soğuk Savaş sonrası NATO farklı bir vitese geçerken, kökleri Cumhuriyet öncesinde İttihatçı iktidar ilişkilerinde bulunan yapılar, bundan vazgeçmek istemedi.

1960 darbesiyle devrilen Celal Bayar’ı, Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda daha ayrıntılı anlattım, 27 Mayıs’ı Mustafa Kemal Atatürk tarafından siyasetten ayırılan askeriye ve üniversitenin yeniden iktidara ortak olma hamlesi olarak yorumluyor. Bayar’ın da İttihat ve Terakki’nin Anadolu’daki ilk siyasi sorumlusu olduğunu unutmayalım.

Bana kalırsa 2003’te Irak tezkeresinin Meclis tarafından geri çevrilmesi, ABD’nin Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetlerine bakışını değiştirdi. Süleymaniye’de askerin başına çuval geçirilmesinden başlayarak kendilerince bir cezalandırma süreci başlattılar. Ordu içinde -ben dahil- çoğumuzun farkında olmadığı ölçüde örgütlenmiş Fethullah Gülen şebekesi de harekete geçti. 2007-2012 döneminde AK Parti ile iç içe geçmelerinin temel nedeninin TSK’yi çözmek olduğu anlaşılıyor geriye bakınca. Onu yapamadılar ama 15 Temmuz’dan sonra Türkiye NATO’dan özerkleşti. ABD’ye, NATO’ya sormadan Suriye’ye ilk operasyon kalkışmadan sadece beş hafta sonra başlatıldı. Ardından Rusya ile S-400 anlaşması geldi.

Türkiye’de olan biteni birinci derece denklemlerle açıklayamazsınız, karikatürü olur. Çok bilinmeyenli ve eş zamanlı gelişen bir denklemdir; çözmeniz için bir matris kurmanız lazım. Çok da zor değil ama bakışı değiştirmek gerekir. İkinci Susurluk falan dediğinizde belki kulağa hoş geliyor, çözümü gördüm sanıyorsunuz ama ancak vakit kaybettiriyor.