Simiiit, taze simit, sıcak simit sesi yok. Kışın bile sıcak simit diye bağırıyor ve nasıl sıcak tutuyor bilemiyorum. Hanımların dikkatine overlok makinesi ayağınıza da gelmedi. Eskici geldi eskici, eski buzdolabı, eski klima alırım, eskici geldi eskici de gelmedi. Eski eskiciler, eskici geldi, hurda, demir, bakır, ev eşyaları alırım derdi, devir de değişti. Ali Baba’nın bir çiftliği var cıngılıyla, günlük süt, taze süt de gelmedi.

Sosyal medyada mutlaka kurban kelimesi üzerine çeşitlemeler yapılacak. Twitter espri cinayetlerine kurban gidecek. Kaderine küsüp tatile gidemeyenlere kader kurbanı denilecek.

Bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek anlamıyla kurban olmak dilimize yerleşmiş. Ayrıca yalvarırken de söylenir, sevgi sözü olarak da… Kurban etmek ise kendi çıkarı için birini veya bir şeyi feda etmektir. En güncel örnekleri Kaz Dağları, Murat Dağı, Cerattepe, Fatsa, Munzur ve daha pek çok yer...

Hani birisi zorbalık yapmaya kalksa “burası dağ başı mı?” deriz ya. Kaz Dağları’ndaki cevap, “evet dağ başı” oluyor. Ve tabii hukukun geçerli olmadığı yerde orman kanunları hüküm sürer. Kurban kesmek dinin kanunuysa, peki ağaç kesmek, orman kurban etmek ne kanunudur? Orman kanunu elbette! Eh, neo-liberal şeriatçı kapitalizm adına gencecik fidanlarımızı katlettiniz, ağaçlarımızı kestiniz. Yoksa yine şeriatın keseceği orman acıtmaz mı dersiniz?

Malum, yıllardır Alman emekliler Türkiye’nin sahillerinden ev alıp yaşarlar. Kurban Bayramı sabahı, Müslümanlara özenen bir Alman da kurban kesmek ister. Sen Müslüman değilsin vacip değildir deseler de gider bir koyun alır. Elinde bıçakla koyunu ve kendini kan revan içinde bırakır ama bir türlü kesmeyi beceremez. “Müslümanlar bilir mutlaka, bari camiye gidip sorayım nasıl kesildiğini” diye akıl eder. Alman, kan revan içinde ve elinde kanlı bıçak camiye girip “Aranızda Müslüman var mı?” diye sorar. Cemaatte tıs yok. Nihayet içlerinden biri korkuyla imamı işaret eder. İmam kanlı bıçağa bakar ve bağırır: “Şurada iki rekât namaz kıldırdık diye hemen Müslüman mı olduk yani!”

Kaz Dağları’nda ormanı kurban eden Kanadalı altın şirketi de belki sormuştur: “Aranızda Müslüman var mı?”

Daha doğrusu: Acı var mı acı, ya Hacı?

Cevabı ben vermeyeyim, önce hapishanelerdeki Sırrı Süreyya, Önder Çelik, Güray Öz ve tüm arkadaşlarıma selam edeyim ve cevabı da “espri yaparken çok ciddiyim, şakam yoktur” diyen Selahattin Demirtaş versin:

“Acıyı mühim ve ciddi bir ‘aksesuar’ gibi yüzlerinde taşıyarak, acıyı dibine kadar sömürenleri de rahatsız edici buluyorum. İroniyi de, mizahı da hem acıyla baş edebilmenin, hem zulme karşı daha etkili mücadele edebilmenin, hem de kendini daha kolay, çarpıcı anlatabilmenin yolu olarak görüyorum. Bunu hafife alanlara da gülüp geçiyorum. Çünkü ben espri yaparken çok ciddiyim, şakam yoktur. Toplum halinde yaşanan kolektif travmalara karşı dayanışmayı, umudu ve coşkuyu var edebilmek için de; ironiyi, espriyi yani ‘gülmeyi’ küçümsemek yerine, ciddiye alıp ağız dolusu gülmek en iyisidir.”

Öyleyse? Kurbanlık yakınlarının başı sağ olsun.