Tiyatroda daha iyiyiz sanki veya Kadıköy’de oturduğum için bana öyle geliyor, her yer tiyatro salonuna dönüşüyor ve bu benim hayli hoşuma gidiyor. Tiyatro, coğrafyamızın, belki de en eski dostu, antik çağlardan bugüne, vazgeçilmezimiz

Bugün değil, bir gün mutlaka!

ALPER TURGUT - Sinema Yazarı

Malum sanat sepet işleri, bilumum kültür faaliyetleri, 2017’de ne kattı çorak bünyemize, uzun uzun düşündüm, yalan yok, tozpembe bir tablo çizecek değilim, lakin umutsuzluğa da kapılmak olmaz, çok şeyin yanlış gittiği apaçık, yine de sıkıntılı süreçler, yeni doğumlara gebedir, çöl varsa şayet, vaha da vardır, olmalı ve olacaktır. 2018’de dileğimiz ve arzumuz, devlete sırtını dayamamış, özgün projelerin hayat bulmasıdır, yozluk ve sığlık girdabından çıkışın yolu budur, üretken, çalışkan ve elbette tutkulu insanlarla…

Evet, yaklaşık 200 film festivali varmış memleketimizde, kısası, uzunu, öğrencisi, yetişkini, genele dayalı veya türlere dair, söyleyin dostlar, kaçından haberimiz var? Festival yaptık, eee halkımızın haberi yok, kime ve ne diye yaptınız? Yanıt da yok! Toplumun bihaber olduğu her iş, unutulmaya, ortadan kalkmaya namzettir, seyircisiz film, insansız festival, olmaz olsun. Bir film izledim, hayatım değişti demek için, öncelikle o film izlenmeli, değil mi? Sinema salonu olmayıp, film festivali olan kentlere gittim, sinema görmemiş insanlar tanıdım, neye şaşırıyorsak artık, İstanbul’da oturan ve deniz meniz tanımayan insanlar varken…

Şimdi, geçen yazında, ülkemizin çoğu tekelleşmiş sinema salonları, bu sene gişe ve para rekoru kırdı, derdin nedir birader diye sorabilirsiniz, meramımı anlatmak zor değil! Meselenin özünü kaçırmayalım, birkaç tırt komedi denemesiyle, hayatı değişenler varsa şayet, bu zaten bizi aşar, işte Recep İvedik seyrettim, bakış açım değişti, tamam, oldu! Kumarda hep kazanan kasa misali, para basan da sinema salonudur, kaç kez dedik, bu bilet fiyatları, ülke gerçeğinde, çok pahalıdır, seksen milyonluk ülkede, senede yetmiş milyon bilet satılması, olsa olsa, birçok insanın, sinemaya hiç gitmediğini, bu zamlarla, asla gidemeyeceğini gösterir.

Açgözlü sinemacılara karşı, yeni ve denenmemiş çözümler bulacağımıza eminim, kuşkusuz, bu böyle devam edemez. Sinema tutkusuyla ve sevdasıyla dolup taşan nice genç var, onlara itimadımız tam, memleket sinemasını yerelden evrensele taşıyacak, bireysel başarının değil, kolektif becerinin peşine düşecek, sinemanın ekip ruhuyla kotarılan bir mucize olduğunu dosta, düşmana ispat edecekler. Bir ekol, bir okul olacaksa sinemamız, yeni nesle inanın, bari yardımcı olmuyorsunuz, hiç değilse önlerine set çekmeyin.

Milenyumda doğan çocuklar, artık reşit oluyorlar. Bu teknoloji çağında, sinemaya giden sayısını, 70 değil, 170 milyona çıkartmak dahi, böbürlenecek, hava atılacak, caka satılacak bir mevzu değil, Fransa, Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya hala önümüzde… Nüfusu bizden 10 milyon az olan Fransa, 200 milyon seyirciyi, resmen senelerdir geçiyor. Sordunuz mu niye? Çünkü sinema salonlarını, AVM’ye hapsedelim kafasını yaşamıyor, aylık bilet uygulamasıyla, fiyatı düşürüyor ve film izlemeyi, lüks değil, önemli ve gerekli bir seçenek haline getiriyorlar. Bizim sinema salonu sahipleri ve yapımcılar ise, içecek şu kadar lira olsun, yiyecek de bu olsun diye, sevgili halkımızı daha fazla nasıl yolarız diye kafa yoruyorlar, işte neyse, halimiz böyle.

Pardon, çok da lüzum varmış gibi, yataklı sinema salonumuz da oldu, hem pahalı, hem absürt, yine ve yeniden tam tekmil şekilcilik. Öte yandan Semih Kaplanoğlu’nun son filmi Buğday’ın galasının, Saray’da, pardon Külliye’de yapılması, sinema adına, en vahim girişim idi, devlet destekli sinemaya karşı çıkarken, devletin gölgesinde, güvenlikli bölgesinde büyüyen sinema, bunca sansürün, cezalandırma denemelerinin karşısında, hiç uygun olmadı, umarım bu bariz yanlıştan vazgeçerler.
Halit Akçatepe, Bülent Kayabaş, Engin Cezzar, Ayberk Atilla, Fikret Hakan, Sezer Sezin, Harun Kolçak, 2017’de kaybettiğimiz nice değerin arasından sayabildiklerimiz. dünyada da Jerry Lewis, Sam Shepard, George Romero, Jonathan Demme, Chuck Berry, Roger Moore, Bill Paxton, Harry Dean Stanton, Johnny Hallday, yaprak dökümünün en belirgin isimleriydiler.

Edebiyatta ve edebiyat dışında yeni çıkan kitaplarımız ne haldeydi derseniz, birkaç iyi fikir ve okumayı teşvik eden yapıt (Seher, Sona Ermek, Gecenin Gecesi, dışında, halimiz yaman, halimiz dumandı, kanımca. Bu yüzden kendi adıma, eski kitapları, bağrıma bastım, cicili bicili kitapçılara değil, sahaflara dadandım. Kitap okumayan bir halkımız var diyorlar, ne kitabı, yarım sayfalık film eleştirisini dahi okumaya tenezzül etmiyor çoğu insan, Twitter’ı bu sebeple sevdiler ya, az sözcük, kısa cümleler, mis mis. Bilgi de neymiş, zaten fikir sahibiyiz her mevzuda, okumayı değil, yazmayı seviyoruz, anlamadan karşı çıkmaya bayılıyoruz, komplo teorilerine sevdalıyız delicesine, biz büyük resmi görüyoruz, hani önümüzü görmesek de olur.

Sergiler konusunda, İstanbul’u çıkartsak, ne kalır geriye, 81 kentte sergiler düzenlense, fena mı olur yahu? Ressamlar, heykeltıraşlar, dar alanda kısa paslaşmalara mahkûm olmasa, sergi lobisi, azınlığın ve çıkarın peşinde koşmasa, fakirlerin hakkı yok mu, hep zenginlerin mi gözleri göz, beğenisi beğeni, halktan kopukluk, duvar resimlerine ve Anadolu’yu saran tuhaf heykel denemelerine sebep oluyor, gerizi laf-ı güzaf! İnsanın gelmiş geçmiş en zeki ve en yeteneklilerinden Leonardo da Vinci’nin “Erkek Mona Lisa” da denilen “Salvator Mundi – Dünyanın Kurtarıcısı” isimli yapıtı, 2017’de 450,3 milyon dolara satıldı. Bunun ne Leonardo abimize, ne de bize faydası yok elbette, lakin plastik sanatlara gönül verenlerin, gaza gelmelerine sebep, becerilerini kendilerine saklamalarına da engel olur belki, kim bilir. Durun, durun, İyi bir komşu adıyla 15. İstanbul Bienali vardı, Contemporary Istanbul ile birlikte, maşallah, çağdaş faaliyetlere doydu bir kısım ahali.

Tiyatroda daha iyiyiz sanki veya Kadıköy’de oturduğum için bana öyle geliyor, her yer tiyatro salonuna dönüşüyor ve bu benim hayli hoşuma gidiyor. Tiyatro, coğrafyamızın, belki de en eski dostu, antik çağlardan bugüne, vazgeçilmezimiz. Bizden çok önceleri, bu topraklarda yaşayan halklar, sokakları, meydanları, bu kadim sanat dalıyla, daha da yaşanılır kılmışlardı. Tiyatro, kent kültürü için elzem, varlığı çoğaldıkça, şehir hayatının günümüzdeki biricik düşmanı taşra kafasını da geriletecektir, hiç kuşkusuz. Kendi adıma, 2018’de tiyatroya daha ağırlık vereceğim, sinema sevgimle yarıştırmayacak, önyargılarımı törpüleyeceğim. Çünkü en az sinema kadar, tiyatro da kolektif emeğin, ortak bilincin eseridir, sahiplenilmeyi, desteklenmeyi, yükseltilmeyi hak etmektedir. Hippiliğin, cinsel devrimin ve barış yanlısı olmanın güzide eseri, Hair müzikali, nihayet güncellendi ve tam 50 yıl sonra Londra’da sahnelendi. Misal bu çok ilgimi çekiyor, memleketim salonlarında seyretmek isterdim.

Müzik demişken hazır, ritmik sanatlar meselesini de es geçmeyelim, halkımız için Aleyna Tilki dışında da seçenekler vardı, hiç şüphesiz. Hah! Unutmadan bir arkadaşa sordum, senenin en önemli kültür ve sanat olayı neydi diye? Hiç düşünmeden, bir çırpıda söyledi; Adriana Lima ve Metin Hara’nın ilişkisiydi. Oh! Nooo dedim, magazin şeysi, kültür ve sanat faaliyetidir algısı, yuvarlanarak inişe geçmektir falan filan dedim, tınmadı bile, asri çağın göz boyama oyunu, valla takdire şayan. Müzikle aram çok iyi değil zaten, kulaklarım az duyar, dedeme çekmişim, Rock, türküler ve etnik işleri beğenirim ve severek dinlerim.

Söyleyin bana? Çıkkıdı çıkkıdı, tüketime dayalı, yaz eğlencesi, uyduruk sözlü, tanıdık ritimli, benzer tempolu şarkılar dışında, aklınıza ne geliyor? 2017’de şu şarkı ezberi bozdu, bu aklı aldı, o ruhumu esir etti diyebileceğiniz kaç eser var Allah aşkına? Hani varsa, bilmek isterim, neler kaçırdık öğrenirim.

Iskalamadan, 2017’de vizyona girmiş filmlerden, en beğendiğim 15’ini şuraya bırakayım; Logan: Wolverine, Dunkirk, Yaşamın Kıyısında, Kapan, Kare, Star Wars: Son Jedi, Blade Runner 2049, Tam Gaz, Korkusuzlar, Soygun, Ay Işığı, Kutsal Geyiğin Ölümü, Toni Erdmann, O, İşe Yarar Bir Şey. Hayda, 14’ü yabancı, sadece son yazdığım yerli işi, resmen skandal! Adana’da seyrettiğim Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, harbiden en sevdiğim projeydi, lakin Şubat 2018’de vizyon diyecekmiş, al bu da bambaşka bir sorun, iyi filmleri beklemek ve güzel işleri, sadece kışın seyredebilmek.

Memleketimizin en eski film festivali olan Antalya Film Festivali’nin, kısa, uzan, belgesel, tüm yerli yüklerinden kurtulduğu, affedersiniz kendilerine göre zararlı fazlalıkları tıraşladığı bu sene, İstanbul’da gerçekleştirilen Ulusal Yarışma, imdada yetişti, sinemacılar, seçeneksiz değiliz diyebildiler, bakın bu güzel bir gelişmeydi, iyi, haklı ve doğru bir çıkıştı, yani hep sorun olacak, hep olumsuzluk çoğalacak değil ya…

Evet, 2018, seçeneksiz kalmayacağımız bir sene olsun, 2017, düşe kalka, ite kaka geçti, memleketin ana meseleleri, yoran ve zorlayan gündemi, kültür ve sanatı da hırpaladı, ancak yıkamadı. Alınacak mesafe çok, biliyoruz. Yollar ısrar ve inatla açılacak, zihinlerde biriken ne varsa saçılacak, başkaca bir çözüm yok. Hele hele sol adına, muhalefet adına, daha çok çaba göstermeli, daha çok çalışmalı. Muhafazakâr yapıların, budama, kapama, hasıraltına atma gayretleri, malumunuz. Onların anladığı sanat, işte bir Ebru, bir de hat! Ritmik günah, plastik mimari dışında din dışı, o olmaz, bu yapılmaz, böyle gider. Televizyonları saran çarpık ilişkilerin, çetrefilli şeylerin, yozluk belirtilerinin, dibe vurma gerekçelerinin amansız takipçilerinin, işlerine gelmeyen durumlarda, yasakçı zihniyeti yüceltmeleri, tuhaf bir çelişki değilse, harbiden nedir? Bizlere düşen, bu anlamsızlığın, bu saçmalığın, bu vurdumduymazlığın batağına düşmeden, harekete geçmek, ilerlemek ve hedeflerimize yönelmektir.

Dedik ya, asla umutsuz değiliz diye, zor ve baskı koşulları, dönüşümün ve değişimin de müjdesidir. Ne de olsa, kışın sonu bahardır, sanat, dopdolu, capcanlı bir hayattır. Kültürsüz bir toplumun inşasına, dayanak olmayacağız. Okumaktan, yazmaktan, izlemekten, görmekten, duymaktan, hissetmekten, oynamaktan, yaratmaktan, illa yaşamaktan, asla vazgeçmeyeceğiz.