Devlet dairelerine işi düşüp de bu cümleyi bilmeyen yok gibidir. ‘Bürokrasi’ bu toplumun pek iyi bildiği bir çarktır, olumlu bir çağrışım yaptırmaz. Hele bir de Özal’ın “Benim memurum işini bilir!”...

Devlet dairelerine işi düşüp de bu cümleyi bilmeyen yok gibidir. ‘Bürokrasi’ bu toplumun pek iyi bildiği bir çarktır, olumlu bir çağrışım yaptırmaz. Hele bir de Özal’ın “Benim memurum işini bilir!” vecizesi ardından, bu kesime kötü gözle bakmak, adeta meşrulaştırıldı: Devletten haybeye maaş alan, yan gelip yatan, üstüne bir de rüşvet almadan iş görmeyen bir topluluk...
Bu tür önyargılar, neoliberalizmin özelleştirme furyasının hüküm sürdüğü bir atmosferde, elbette özel sektörün, sermayedarların işine geliyor. Vahşi özelleştirmeye gerekçe hazırlıyor. Hele bir de devletin işveren olduğu böyle bir konumda, kamu çalışanlarını karalamak, onların taleplerini boğmak bakımından yine epey işe yarıyor.
Geçelim bunları... Ağır işkolu deyince aklınıza ne gelir? Mesela yeraltında ve grizu patlaması, göçük gibi tehditler altında çalışan maden işçileri, değil mi? Ya da şu sıralarda gündemimizden düşmeyen tersane emekçileri... ‘Büro emekçileri’nin de aslında ağır işkolu kategorisinde olduğunu hiç düşündünüz mü? BirGün haberlerini okumasak, “Olur mu öyle şey canım, masa başı işi, neresi ağır” der geçerdik. Bakın işte, bu işkolunda 3 ay içinde 7 kişi, son 2 yılda 19 kişi kalp krizi geçirerek can verdi. İş yoğunluğundan dolayı ruhsal durumları da bozuk; anti depressan kullanarak hayata tutunmaya çalışanlar bu işkolunda  yüzde elli civarında... Büro emekçilerinin yüzde 60’ı büyük şehirlerde görev yapıyor ve haliyle varoşlarda yaşıyorlar. Mesailerine bir de ev-iş arası gidiş gelişler de katılınca, en az 12 saat iş stresi altındalar.
Bunları diyorsam, durduk yere demiyorum, elbet bir sebebi var. Şu anda büro emekçileriyle beraber Didim’deyim. Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyelerinin oluşturduğu Devrimci Sendikal Dayanışma’nın  (DSD) “2. Eğitim ve Dinlenme Kampı”nda söyleşi yapmak üzere bulunuyorum.
Yazıma başlamadan önce bir muhabbet daha çevirdik. Masanın etrafında, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş BES’liler oturuyordu: Osman Biçer (genel başkan), Süleyman Ayyılmaz, Kenan Sungur, Hasan Kurt, Halim Özpınar, Ahmet Acar, Ali Gök, Selçuk Öztürk, İsmail Yılmaz, Ahmet Kesik, Mehmet Gündüz, Bülent Yüce... Bir de MEVLÜT ÇAKMAK! Aman bunun ismini büyük ve siyah yaz diye tembih ettiler, çünkü kampın bütün meşakkatini Mevlüt yüklenmişti.
Ağır işkolunun emekçileri, burada, biraz hafiflemek, soluk almak fırsatı yaratmışlar kendilerine. 57 aile, toplam 150 kişi, çoluk çocuk, genç yaşlı bir aradalar. Keyiflerini çoğaltan son gelişme, ÖSS sonuçlarına göre üç evlatlarından üçünün de üniversiteyi kazanmış olması. Bu dayanışmacı, muhabbetli ortamlarıyla DSD ekibi, kendi işkollarındaki diğer emekçiler için bir cazibe merkezi haline gelmişler. Sayıları da zaten her gün artıyor.
Ağır işkolu dediysem, hakikaten laf olsun diye söylemedim. Mesela kampa geldiğimde, diğerlerinden daha fazla kilosuyla dikkatimi çeken Kenan’a (Sungur) takılmıştım; “Sen ne biçim emekçisin, bu göbekle sana patron derler” diye şaka yapmıştım. Meğer bu ‘göbek’ bile ‘iş kazasıymış’! “Ne diyorsun sen Melih abi,” dedi; “Vergi Dairesinde çalışıyorum, bilgisayarın başından bir an bile ayrılamıyor, tuvalete bile gidemiyorum, 20 saniyede bir yeni bir işlem yapmak zorundayım, bu halimin sebebi saatlerce hareketsiz kalmaya mahkûm edilmemdir!”
Bilgisayar, hizmet alan yurttaşların hayatını kolaylaştırırken, hizmet veren bu emekçilerin hayatını karartıyor; bir nevi bant üretiminin, fordist üretimin ücretli kölesi haline gelmişler. Dediğim gibi ilaçla, anti depressan’la ancak ayakta durabiliyorlar. İşin hazin tarafı, bu tarzın tam zıddı esnek üretimle de başları belada. BES genel başkanı Osman Biçer, 5018 sayılı Kamu Maliye Kanunu’dan söz ederken, “matrak bir iş” tabirini kullanıyor. Sektörde, uzman olan ve uzman olmayan ayrımı öne çıkarılmış. Aslında herkes aynı işi yapıyor ama uzmanlık payesi elde eden daha fazla ücret alıyor. Çoğu kez de ‘uzman’lar, kendilerinden daha tecrübeli olduğu halde bu ünvanı alamamış olanlara danışmadan, işlerini, yürütemiyorlar!
AKP iktidarıyla birlikte kadrolaşmayı sordum. “Ne kadrolaşması?” dediler. Tam bir ayrımcılık var. Yani AKP yandaşlarının müdür olmasına bile gerek yok. Bunlar esnek üretim tarzına uygun, ‘ekip başı’ olarak görevlendiriliyor, adeta ‘siyasi komiser’ gibi her şey onlardan soruluyor. Hükümet yandaşı amirler de zaten sicilleri kendi amaçları doğrultusunda verip kadrolaşmayı tamamlıyorlar.
İşte ‘bizimkiler’ bunlara karşı da direnmek zorundalar... ‘Memur’ kelimesinin yabancı dilde karşılığı çoğu kez ‘civil servant’ yani ‘kamu hizmetkârı’ şeklindedir. Bizimkiler ‘memur’ kelimesinden hazzetmiyorlar, işveren devlet karşısında ‘kamu çalışanı’ olduklarının bilincindeler. Ama serde solculuk var, “söz yetki karar, iktidar halka” diyebildiklerinden, kamu, yani halk hizmektarı olmayı da şiar edinmişler. Çünkü bunu yaparken başkasına değil, zaten kendilerine hizmet ettiklerinin farkındalar.
‘Bizimkiler’, kesinlikle bürokrat, yani elit değiller. Bu yüzden, başlığa aldığım “Bugün git yarın gel” klişesini kendi inançlarına tercüme etmişler ve şöyle diyorlar:
Bugün git! Ayrımcılık, eşitsizlik, sömürü, IMF, AKP ve hatta “muhalefet yapamayan muhalefet” isen bugün git, defol git!
Yarın gel! Ey eşitlik, ey kardeşlik, ey dayanışma, ey özgürlük, yarın gel, hemen gel!
Yarın? Yarın: Hemen şimdidir!

BES-DSD kendini anlatıyor:
Bizler, Maliye, Adliye ve Sosyal Güvenlik Kurumları, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları başta olmak üzere diğer büro hizmetlerinde çalışan emekçileriz. Kısa adı BES olan Büro Emekçileri Sendikası’nda örgütlüyüz. “Nitelikli kamu hizmetini, herkes için insanca yaşama hakkını, eşit işe eşit ücretini” savunuyoruz; “iş ve istihdam güvencesi, vergide-yargıda-sosyal güvenlikte eşitlik ve adalet” istiyoruz; “yarışma değil dayanışma çalışma barışının esasıdır” diyoruz; ve bütün bunlar için “üreten biziz yöneten de biz olmalıyız” anlayışıyla hareket etmenin tek çare olduğunun bilincindeyiz. Bu doğrultuda BES’i tüm büro emekçilerinin örgütlü gücü kılmanın peşindeyiz.
Son yıllarda AKP iktidarı eliyle uygulanan neo-liberal ekonomik ve sosyal politikaların sonucu olan bir dayatmayla karşı karşıyayız. Bu dayatmalar, “yeniden yapılandırma” adıyla ve yoluyla performansa dayalı hizmet üretimi şeklinde somutlaştırılıyor. Özellikle Maliye sektöründe ve Sosyal Güvenlik Kurumlarında, uzman olan – uzman olmayan şeklinde yaratılan ayrımcılık büyük bir eşitsizlik kaynağı oluyor. Yıllarca aynı işi yapan çalışanlar arasında özellikle ücret bağlamındaki farklılaşmalarla, çalışanlar birbirine düşman hale getiriliyor. Yakın zamanlarda, yargıda UYAP ve İçişleri Bakanlığındaki MERNİS projesi de benzer bir sonuç doğuruyor. Büro emekçileri üzerinde daha çok sömürü ve daha az ücret kıskacını yaratan bu uygulamalar nedeniyle  geleceğimizden kaygı duyuyoruz.
Örgütlü olduğumuz işkolunda, personel azlığı, ücretlerin yetersizliği ve adaletsizliği, fazla mesai çalışması, iş ve istihdam güvencesinde karşılaşılan sorunları, sağlıksız çalışma ortamı ve diğer özlük ve sosyal haklarda yaşanan sıkıntıları çözmeye çalışıyoruz. Var olan haklarımızı geliştirmek, yeni haklar talep etmek peşindeyiz. Kendi iç demokrasimizi katılımcılık, şeffaflık prensiplerini esas alarak, demokratik bütünlüğümüzü geliştirmek, sendikal anlayışımızın olmazsa olmazı olarak öne çıkıyor.