Flormar direnişi biteli bir yıl oldu. Direnişçi işçilerden Ayşe, “Asla pişman değilim, iyi ki direnmişim, bugün olsa yine direnirdim. Ama bir farkla: Tecrübeli bir şekilde. Bugün olsa daha bilinçli şekilde, daha güzel direnirdim” diyor

Bugün olsa daha güzel direnirdim

SEVGİM DENİZALTI

“Flormar değil, direniş güzelleştirir…”

Bu sloganla başlamıştı her şey. Gebze’deki Flormar fabrikasının önünde çoğu kadın 80 işçinin her türlü zorluğa, zorbalığa, engellemeye karşın tam 297 gün sürdürdüğü direniş, gösterdiği kararlılık ve büyüttüğü dayanışma hepimize güç vermiş, sınıf mücadelesini “güzelleştirmişti” gerçekten de. Bu yönüyle Flormar direnişi -her ne kadar kısmi kazanımla bitmiş, işçiler işlerine geri dönememiş olsa da- kadınların önderlik ettiği önemli bir mücadele deneyimi olarak tarihe geçmişti.

Direniş sona ereli tam bir yıl oldu. Flormar işçisi kadınlar bu bir yılda neler yaşadı? İş bulabildiler mi, sendikal mücadelenin içinde yer almaya devam ediyorlar mı? Evdeki, işteki hayatlarında, hayata bakış açılarında ne değişti ya da değişmedi? Bugünden baktıklarında tüm eksileri ve artılarıyla direnişi nasıl değerlendiriyorlar? O günleri özlüyorlar mı?

Tüm bu soruların yanıtlarını merak ettik ve Flormar direnişçisi kadınlara sormak istedik. Ne yalan söyleyelim, daha olumlu yanıtlar almayı umuyorduk. Ama ulaşabildiğimiz işçilerin çoğu konuşmak bile istemedi. Yalnızca Ayşe sorularımızı yanıtlamayı kabul etti. Onun verdiği yanıtlar ise Türkiye’deki sendikal hareketin çıkmazlarını az çok bilenler için şaşırtıcı değildi belki ama yine de tokat gibiydi. Söyledikleri, ülkede neden genel olarak işçilerin sendikalara güven duymadığı sorusunun da yanıtıydı aynı zamanda.

PEK ÇOK KADIN HÂLÂ İŞSİZ

Ayşe, direniş bittikten ancak 6 ay sonra iş bulabilmiş. Sendika aracılığıyla değil, tamamen kendi çabasıyla, engelli kadrosundan. Şöyle anlatıyor:

“Çok zor oldu iş bulmam. Bir rahatsızlığım vardı, direniş sırasında nüksetmişti. Sonrasında da tedavisi olmayan bir rahatsızlığa dönüştü. Tedavisi olmadığı için de engelli raporu aldım ve bu rapor sayesinde iş buldum. Yoksa sendikanın bir katkısı olmadı. Oysa 15 Mayıs’ta işten çıkarıldığımızda ‘Biz size ne olursa olsun iş bulacağız’ demişlerdi. Ama sadece 10 kişiyi yerleştirdiler işe, onlar da kendilerine en yakın olanlar, sendikadan çıkmayanlar.”

Ayşe yine de şanslı olduğunu söylüyor; çünkü dediği gibi, pek çok kadın hâlâ iş bulabilmiş değil. Hatta birçoğu iş aramayı bile bırakmış. Hâlbuki Gebze bir sanayi kenti, onlarca fabrika var. “Hem önlerine Flormar’ın çıkmış olmasından hem de yaşlarından dolayı” diyor Ayşe, “Biliyorsunuz, Flormar’da direnen kadınların çoğu -yüzde 60’ı- 35 yaşın üstündeydi. Fabrikalara 35 yaş üstü işçi çok zor alınıyor. Eleman bulamayan ya da çok sirkülasyon olan yerler alıyor bir tek.”

bugun-olsa-daha-guzel-direnirdim-698326-1.
Direniş, yapılan oylamanın ardından 7 Mart’ta bitirilmişti. Bazı kadınlar gözyaşlarını tutamamıştı

“Flormar nasıl çıkıyor önlerine?” diye soruyoruz Ayşe’ye. “Kozan Kozmetik yazdığınız zaman, ‘Aaa Flormar mı, direnişçi miydin?’ diyorlar. Ben yalan söyleyerek işe girdim. ‘Tedavi görecektim, anlaşarak çıktım’ dedim. Şimdi ünlü bir giyim firmasının deposunda çalışıyorum” yanıtını veriyor.

İşte böyle kötü sonuçları olmuş direnişin. Peki ya kazanımları? Ayşe şunları söylüyor:

“Maddi kazanımımız oldu elbette. Örneğin benim Flormar’dan aldığım tazminat olduğu gibi duruyor. Ama maalesef bu tazminatı borçlarından dolayı bir ayda harcamak durumunda kalan, şu anda sıfıra düşmüş arkadaşlarımız da var. Manevi anlamda ise zaten kaybettik. Bu yüzden ben direnişi kazandık diyemem. Sonuçta işimizden olduk, asgari ücrete geri döndük. Ben asgari ücretle çalışıyorum, birçok arkadaşım da öyle. Üstelik bir de sendikalara güvenimizi kaybettik. Tamam, 300 günlük bir deneyim ve sendika bu süreçte en iyi şekilde yanımızda durdu. Ama ben sonucuna bakarım. Bu yüzden çok olumlu konuşamıyorum maalesef.”

ASLA PİŞMAN DEĞİLİM

Tüm bu anlattıkları, direnişe katıldığı için Ayşe’nin pişman olduğunu hissettiriyor bize. Ama sohbete devam ettikçe yanıldığımızı anlıyoruz. Ayşe, “Asla pişman değilim, iyi ki direnmişim, bugün olsa yine direnirdim” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Eğer direnmeseydim, sendikalı oldum diye işten çıkarıldığımda çekip gitseydim bugünkü maddi kazanımımı elde edemezdim. İnsanlar en azından borçlarını ödediler aldıkları parayla. Biz patronlar gibi zengin değiliz; emeğimize, haklarımıza sonuna kadar sahip çıkmak zorundayız. Ülkenin de değil, dünyanın neresine giderseniz gidin, başkaldıran kazanır, direnen kazanır, bunu biliyorum. O yüzden yine direnirdim ama bir farkla: Tecrübeli bir şekilde. Ben örgütsüz başladım çünkü; ancak 297 gün bana epeyce deneyim kazandırdı. O yüzden nerede ne yapılması gerektiğini, nasıl hareket edeceğimi bilirdim. Bugün olsa daha bilinçli şekilde, daha güzel direnirdim.”

Biraz somutlaştırmasını istiyoruz bu söylediklerini. “Mesela Flormar direnişi bugün olsaydı, nasıl hareket ederdiniz, o gün yaptığınız neleri yapmazdınız?” diye soruyoruz. “Sendikalara asla güvenmezdim bugün olsa” yanıtını veriyor, “İşçiyle örgütlenirdim. Sendikayı sadece araç olarak görürdüm. ‘Arkadaşlar işçi biziz, sendika biziz, biz örgütlenmeliyiz’ derdim. İnisiyatif bizde olurdu, bizim irademiz belirlerdi her şeyi. Son kararı biz verirdik.”

Flormar direnişinde son kararı işçi vermemiş miydi peki?

Tam bu noktada geçen yıl olanları bir hatırlayalım. Aylarca direnişe kayıtsız kalan Flormar, hem ülke hem de dünya kamuoyunda ses getiren ve dolayısıyla itibarına büyük zarar veren direnişi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde sonlandırarak deyim yerindeyse ‘şov yapmak’ istemiş, bunun için Petrol-İş Sendikası’na bir teklifte bulunmuştu. Sendika bunun üzerine Flormar işçisi kadınları topladı ve bir oylama yaptı. Oylamaya katılan 73 işçiden 20’si teklifi reddederek ‘direnişe devam’ derken, 53 işçi teklifi kabul etti. Böylece oyçokluğuyla direnişin sonlandırılmasına karar verildi.

Ancak Ayşe’ye göre bu oylama göstermelikti. Sendika kararını çoktan vermişti aslında. Üstelik işçilere teklifi kabul etmeleri için psikolojik baskı yapılmıştı.

Ayşe o akşamı şu sözlerle anlatıyor:

“O akşam bizi sendikada topladılar ve teklifi kabul etmemiz için dayatmada bulundular. Biz ‘Kabul etmiyoruz’ dediğimizde avukat geldi, ‘Kabul etmezseniz yarın polis gelecek, TOMA’larla size saldıracak’ dedi. Kadınlar psikolojik olarak çöktüler o zaman. Sonra alacağımız tazminatlar okundu, zaten anlaşmışlar, her şey hesaplanmış, bize formaliteden soruluyordu. Biz orada araç konumunda kaldık. Mecburen kabul edecektik. İnsanların borçları var. Sen cümleye ‘Polis gelirse ben artık arkanızda durmam, hazır mısınız bunlara, para yardımını da keseceğiz, servisi de keseceğiz’ diye başlarsan insanlar ne diyebilir? Kabul etmek zorunda kaldılar, bir şey diyemiyorsun, onlar da haklı. Yine de 20 kişi kabul etmedi, biri de bendim.”

DİRENİŞ GÜNLERİNİ ÖZLÜYORUM

Peki, özlüyor mu direniş günlerini? “Tabii ki” yanıtını veriyor, “Derneklerin etkinlikleri oluyor, çağırıyorlar, duygulanıyorum fotoğraflarımızı görünce. Hep birlikteydik, sonra bıçak gibi kesildi, bir anda boşluğa düştük” diye konuşuyor.

Ayşe, şu anda sendikalı değil. Nasıl bir sendika olsa yeniden güvenir, üye olur, sendikal mücadeleye katılır? “Yurt dışında nasıldır bilmiyorum” diyor, “Ama Türkiye’deki sendikalarla bu iş çok zor. Adamlar koltuk sevdasında. Koltuklarının derdi olan insanlarla yapılmaz, gerçekten işçiyi düşünen insanlarla yapılır bu iş. Önce işçi diyen insanlarla ben sonuna kadar giderim.”