Bugünü ileride bambaşka hatırlayacağımızı düşünmek bugüne bakışımızı farklılaştırabilir. “Tarih beni nasıl yazacak?” diye düşünen bir kişi bugün verdiği zararın etkilerini görmemeyi böylece başarır. Bugün yaşadıklarımızın duygularımız üzerine etkisi günler geçtikçe zayıflayacaktır. Bu, bazen mutsuz anlara dayanmak için de bir formül olarak kullanılabilir. Bazen de başkalarına acı çektiren davranışlarımızdan utancımızı azaltmak, ‘ileride’ duyulacak mutluluğa atıflar ile rahatlamak için bir araçtır. Gerçek şu: Şu anda 10 üzerinden 5 dediğimiz negatif duygu şiddetini 5 gün ya da 5 yıl sonra 1 olarak skorlayabiliriz.

Hayatın acılarına dayanabilmek, geleceğe bakabilmek için kullandığımız bu yeti, gelecekte iyi olacak düşüncesi ile bugüne katlanmamıza yardımcı olur. Çok kullandığımızda ise bugüne duyarsızlaşmayı, mutluluğu ne zaman geleceği belirsiz bir geleceğe ertelemeyi doğurur.

BUGÜNÜ KAÇIRMADAN YAZMAK
Cepte ya da çantada taşınan defterlerin faydası o anda hemen kaydetmenin mümkünlüğüdür. Cep telefonuna ya da iPad’e kaydetmekten farkı yazıp çizdiklerimizin ‘elimizden çıkması’ olur. iPad’de çizim yapmayı henüz yeterince kıvıramadığım için kalem defter ikilisinden (kadife pantolon giymek gibi bir alışkanlık) vazgeçememiş olmam, yazılarım için aldığım notları yazıya geçiremediğimde karalama defteri olarak bu sayfada yayımlama olanağı yaratır. Yazıya geçirilmemiş, çizgilerle karışık karalamalarla alınmış notlar ham işlenmemiş halleriyle mükemmelikten ve rafinelikten uzaklıklarıyla bende bitmiş, rötuşlanmış bir yazıdan daha fazla tatmin duygusu uyandırırlar. Bir tür sahicilik hissini, elden geçmemişlik izlenimini veren karalama defteri sayfaları yazı değeri düşük, ama tekrar tekrar okunup üretilmeye açık oldukları için yayımlanmalarını istedim. Ressamların ya da yazarların eserlerini üretirkenki notlarını, eskizlerini ve defalarca yaptıkları karalamalarını (eserin kendisinden) çok sevmem de bu işlenmemişlik sempatisinin bir ürünü. Bir tür twitter gibi, o anda elinizden ve aklınızdan çıkıveren, ama o çıkıvermeleri ölçüsünde de sahici (ya da ‘çiğ’) olan sözlere düşkünlük, bir tür insani (frontal lob) süzgeçten geçmemişlik taşır. ‘İşlenmemişlik’ ya da ‘el değmemişlik’ makbul bir özellik olduysa, işlenmiş olana karşı gelişen bir tiksintinin, inanmazlığın katkısı da vardır.