Bugünlerin de sahibi var!

ESRA TANRIBİLİR
@irritablerains

Giovanni Boccaccio’nun “Decameron”unu mutlaka duymuşsunuzdur. Ortaçağ Avrupası’nda kara ölümün sokaklarında kol gezdiği Floransa’da yaşayan Boccacci kitabına seçtiği konuların farklılığının yanı sıra kullandığı dil ve öykülerinin kurgusuyla da edebiyat dünyasında haklı bir yer edinir.
“Decameron”, veba salgınından kaçıp bir şatoya sığınan yedi kadın ve üç erkeğin on gün boyunca birbirlerine anlattıkları öykülerden oluşur. Bir yanda çare bulunamayan ölüm, bir yanda dönmeye devam eden Dünya... Bu insanlar evlerinde oturup ölümü beklemek yerine yaşamaya devam eder, ölüme yenilmezler… “Decameron” bilindiğinin aksine sadece erotik öykülerden oluşmaz. Yazar; kadın erkek ilişkilerini, kalp kırıklıklarını, küçük insanların kurnazlıklarını, kendi çıkarlarını düşünen din adamlarını, burjuvaların doymak bilmeyen açgözlülüklerini, soyluların soysuzluklarını kısaca o çağın insanlarının günlük yaşamını bütün çıplaklığıyla anlatır.

“Binbir Gece Masalları” ise Arap Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri kabul edilir. Halk arasında anlatılagelen anonim masalların toplanmasından oluşur. Hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilen bu masallar arasında, “Ali Baba ve Kırk Haramiler” ve “Alaaddin’in Sihirli Lambası” da yer alır.

“Binbir Gece Masalları”nda anlatılan hikâyeye göre; Şah Şehriyar ile evlenen Şehrazad, onun kendinden önce evlendiği kadınları, geceyi geçirdikten sonra tan vakti idam ettirdiğini bildiğinden bir plan yapar. Evlendikleri geceden itibaren çok güzel ve heyecanlı öyküler anlatmaya başlar ama tam şafak vakti geldiğinde, en heyecanlı yerinde anlatmayı keser. Öykünün sonunu merak eden Şehriyar, Şehrazad’ın kaldığı yerden ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad’ın idamını erteler. Her gece bir önceki öykünün devamını anlatıp yeni bir taneye başlar ve yine tam tan vakti onun da en heyecanlı yerinde anlatmayı bırakır. Kitabın sonuna kadar yer alan öyküler, Şehrazad’ın Şehriyar’a anlattığı öykülerdir. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuğu doğurmuş ve evlendiklerinden beri uzun bir süre geçmiştir. Şahın kadınlara olan öfkesi de çoktan sönmüştür.

Burhan Sönmez’in “İstanbul İstanbul” romanının da yukarıda sözünü ettiğimiz iki kitapla paralellik taşıyan bir kurgusu var. Yeraltında bilinmeyen bir yerdeki küçük bir hücreyi -kitabın adındaki birinci İstanbul- paylaşan dört farklı karakter, birbirlerine, sorgulamalar ve işkenceler dışındaki zamanlarda, hayata tutunabilmek ve hâlâ yaşadıklarını yani yerüstünü -kitabın adındaki ikinci İstanbul- onlara unutturmayacak öyküler anlatır.

“Decameron”daki kurnaz din adamları, “Binbir Gece Masalları”ndaki kırk haramiler ne bu kitaplara ne de ortaçağa özgüler. “İstanbul İstanbul”daki yeraltı ve yerüstü diye ikiye ayrılan dünya da sırf bu romanda kalmıyor. Bütün bunlar içinde yaşadığımız dünyanın birer gerçeği.

Her üç kitabın ortak noktası, bir yandan ölümün nefesini enselerinde hissederken bir yandan da yaşama tutunmak için hayat dolu hikâyeler anlatan insanlar, yaşadığımız bu kaos günlerinde bize örnek olmalı. Bugünlerde nereye kafamı çevirsem, büyük bir umutsuzluğa çarpıyorum. Dillere pelesenk olan kaçıp gitme ve bir yerlere saklanma isteği... Ama tüm bu kötülükler ilk defa bizim başımıza gelmiyor. Bunu ‘beterin beteri var’ tesellisi için de söylemiyorum. Bu dünya; acının tekrar tekrar üretildiği bir yer olduğu gibi ona karşı umudun ve hayalin her yeni günle yeniden doğduğu da bir yer.
Hayal ettiğimiz gelecekteki güzel dünyaya ulaşmak için insanlığın bu günlere nasıl geldiğinin öğrenilmesi gerekiyor, bunun için de okumak... Okuduğumuzu anlayabilmek, doğruları yanlışlardan ayırabilmek yani doğru tahlil için de felsefe öğrenmek...

Hayatı ertelemekten ya da dünyanın gerçeklerinden kaçmaktan söz etmiyorum; benim kastettiğim gelecek güzel günler için bir yandan hazırlanmak bir yandan da mücadele etmek... Bu da ancak sanatla, edebiyatla ve felsefeyle olur. “İstanbul İstanbul” da, “Sıradan İstanbullulara benziyorduk,” der karakterlerden birisi. “Ya dünü özlüyor ya da yarını hayal ediyorduk. Bugünü yok saymaya çalışıyorduk. Bir yandan geçmişin bir yandan geleceğin hikâyesini anlatıyorduk. Şimdiki zamanı ise geçmiş ile gelecek arasındaki köprü sanıyorduk. O köprünün kırılmasından ve aşağıdaki boşluğa düşmekten korkuyorduk. Aklımızdan bir türlü çıkmayan şu soruyu düşünüyorduk: Bugünün sahibi kimdi, bugün kime aitti?”

Lütfen düne üzülüp yarını hayal ederken bugünü de es geçmeyelim. Çok iyi biliyorum ki bugünlerin de sahibi var.