Faşizm terimini kullanmanın doğruluğu bir yana, kullanmaktan çekinmek çok daha büyük bir hata olacaktır.

Bugünün aşırı sağı ve geçmişin yankıları
Fotoğraf: AA

Robert Misik

Aşırı sağcılar, faşist partilerin doğrudan ya da dolaylı devamcıları Avrupa’da iktidara geliyor – en son İtalya’da Giorgia Meloni hükümet kurdu. İtalya’nın Kardeşlerinin ‘kara tehdidi’ post faşist Milliyetçi İttifak ve neofaşist İtalya Sosyal Hareketi ile birleşerek gerçeğe dönüştü. Avusturya’da geçmişi 1940’lara dayanan ‘ex-Nazi’ geçmişli FPÖ çoktan birden çok kez iktidarı tattı.

Fakat İsveç Demokratları gibi yeni doğan ve hükümet ortağı olabilen aşırı sağcı partiler sadece popülist olarak tanımlanamaz. Kategorik olarak düşündüğümüzde bu partiler, Juan Peron’dan çok Benito Mussolini ile ortak özelliklere sahipler.

Faşizm tanımından kaçmak

Faşizm kelimesinden feragat etmemeliyiz. Yeni aşırı sağ, faşizm etiketlemesine tepki gösteriyor; onların iktidarında farklı sesler de çıkabiliyor, çalışma kampları kurulmuyor. Muhalif partiler de bu tanımdan kaçma eğiliminde, içsel olarak böyle bir tanımlama yapmanın sağ partileri ‘statükonun ezmeye çalışacağı’ ya da seçmenlerini suiistimal edeceği propagandasına yem olacağını düşünüyorlar.

Yine de bir sorun ortada duruyor; tarihsel olarak faşist addedilen partiler de tek parti iktidarlarını sağlayana ya da baskınlık sağlayana kadar ‘faşist’ değillerdi. Naziler, Yahudilere vahşi pogromları uygulayacak atmosfer oluşmadan önce yasal yollarla haklarından mahkûm bıraktı ve onları ikinci sınıf insan ilan etti. Kasım pogromu 1938’de yürürlüğe girdi, Hitler’in resmi olarak şansölye olmasından 6, resmi olarak Führer seçildiği referandumdan 4 yıl sonra.

Sağın kendini aşırı sağ olarak etiketlediği ve bu şekilde tabanında popülarite sağladığı bir dönemde bile çoğunluk tutkuyla faşizm tanımından kaçıyor.
Tarihsel faşistler aynı zamanda siyasi bukalemunlardı: Mussolini geçmişte sosyalistti. Dönüm noktasında, gücün bilincinde bir farkındalığa vardı: öfke, nefret ve hatta korku, umuttan çok daha güçlü siyasi duygulardır. Sosyalistler umudu örgütlerken, faşistler korku ve öfkeden kokteyl yapıyorlardı.
İster faşist densin ister aşırı sağcı, bu öznelerin gelecekte daha büyük zaferler elde edebileceği öngörülebilir. Modern toplumların, özellikle de Batı’nın gelişkin ekonomileri ve liberal toplumları, her açıdan farklı katmanlardan oluşuyor; toplumsal çevreler, yaşam koşulları, ideolojik mantaliteler ve etnik kökenler. Bu da sağın kendisini radikalize ederek aşırı sağ olarak tanımladığı ve popüler olduğu ülkelerde dahi çoğunluk bu tanımı reddediyor. Fakat sağ siyaseti belirlerken muhalifleri savunmada kalıyor.

Bunun suçu, ilericilerin, liberallerin ya da solun basiretsizliğinde aranabilir ancak genelde hep daha derin sebepleri vardır. Çok sık analiz edilmeyen bir fenomenle; neoliberalizmin işçi sınıfını geleneksel siyasi çevresinden uzaklaştırması ve işçi sınıfındaki temsil edilmeme hissiyatı ile ilgili.
Fakat şimdi yeni bir şey de eklendi – küresel istikrarsızlık, refah kaybı ve yoksullaşma korkusu. Atmosferi depresyon belirliyor, çok az umut var. Bu yaralayıcı ruh hali, saldırgan bağnazlığı körüklüyor.

Modern ve tarihsel faşizm

Kendisini tehlikede hissedenler, ellerindekilerle savunmaya çalışıyor; etraflarında duvar olmasını, dünyanın kötülüklerini dışarıda bırakmasını istiyor. Değişimin ancak bozulma ile olduğu yerde umut yeşermiyor. Birbiri ile ilişkili enerji ve ekonomik krizler, savaş ve enflasyon-tüm bunlar toplumsal ruh halini dibe çekiyor. Bu noktada sağda hayat bulan savunma tepkileri anlaşılır oluyor.

Georg Diez “Bugün faşizm pahalı değil fakat daraltıcı” diyor. Kia Vahland, faşizmin bütünüyle hükümet etme biçimi değil, tavır olduğunu söylüyor. Bu şekilde, maalesef dönüşünün çeşitli biçimleri ve yeni siyasi sistemleri kutlanıyor.

Aşırı sağ bugün imparatorlukları fethetmek istemiyor, “Dünyayı durdurun, inmek istiyoruz” diyor. Peki, bu nasıl tarihsel faşizmle benziyor ve ne noktada ayrılıyor?

Tarihsel faşizm, bir hükümet etme biçimi, hedefleri ve gerçekliği açısından tepkiseldi. Açıkça demokrasiye ve parlamentarizme karşıyken Führer etrafındaki otoriter iktidar çevresinden yanaydı. Güya sağduyuyu ve halkın ortaklaşa görüşünü ‘dışa vururken’ nadiren demokrasiye meylediliyordu. Savaştan doğdu ve ordu disipliniyle şekli verildi.

Bugünün faşizmi ise diğer yandan demokratik değerlerle sesleniyor ve güçlü bir azınlık tarafından bastırılan kitlelerin sesi olduğunu iddia ediyor. Kahramanları liberalizmin değerlerini ve tüketim kültürünü nasıl yönlendireceğini de biliyor, bu da otorite karşıtı çevrelere de uzanmalarını sağlıyor.
Otonomi, özerklik, kendini gerçekleştirmek gibi kavramlar şaşırtıcı şekilde otoriter hareketlere uyum sağlayabiliyor.

Aşırı sağ sıkça kendisini yurttaşların isteklerini yok sayan hükümetlere karşı bir özgürlük hareketi gibi gösteriyor. Faşistler liberal demokrasinin ilkelerini kullanarak onu ortadan kaldırmayı öğrendiler.

Bilgi kirliliği ve linç kültürü, gerçekliğin kompleks yapısının radikal şekilde basitleştirilerek bozulması ile birleşerek biz ve onlar kutuplaşmasını körükledi. Kamusal akıldaki bu sentetik savaş ortamında, panik üreten siyasi atmosfer sayesinde gerçek bir şiddet dalgasının oluşması yalnızca bir kıvılcıma bakıyor.

Demokrasinin temellerini değiştirmek

Savaş sonrası liberal demokrasilerin altın çağında, muhafazakâr sağ tabii ki seçildiği dönemde kendi ideolojisine göre politikalar üretmeye çalıştı. Fakat en tepkisel biçimi bile, soykırımın gölgesinde demokrasinin işlevi ve ilkelerini sorgulamadı ve kaybettiğinde kabul etti. Otoriter muhafazakârlık ve faşist sağ bugün bunu yapmıyor. Demokrasinin temellerini, seçimle gitmelerini imkânsız kılacak şekilde değiştirmeye çalışıyorlar.

Bağımsız medya ve muhalefetin alanını gitgide daraltıyorlar, seçim yasalarını değiştirerek, hile yaparak ve gündelik referandumlarla demokrat rolü yaparak. Çoğunluk oldukları anda bu antidemokratik imkânları sınırsız şekilde kullanıyorlar.

Viktor Orban’ın Macaristan’ını düşünün. Amerikan Cumhuriyetçilerinin ‘Amerika’yı Yeniden Harika Yap’ sloganını düşünün. Ya da Avusturya’da görünürde muhafazakâr Sebastian Kurz’un aşırı sağcı FPÖ ile 2017-2019 arasındaki koalisyonunu düşünün -ki yolsuzluk skandalları parti liderlerine sıçramasa çok daha kötü sonuçlanabilirdi. Genel manada, aşırı sağ gücü tekelleştirebildikleri yere kadar demokrasinin kurallarına göre oynuyor.
İnternet devasa bir nefret makinesine dönüştü. Reklam mantığı ile büyüyen sosyal medya yankı balonlarında linç üretiyor, katılımcılar kendilerini rahatça radikalize ederek çevrelerindeki insanları etkiliyor.

Yerli halkın ya da aşırı sağ seçmeninin kendisini mağdur olarak tanımlayabildiği bir fantezi dünyasında her türlü saldırı da meşrulaşıyor. Vahşileşme yavaş ve neredeyse görünmeyen şekilde ilerliyor. Fakat faşizm terimini kullanmanın doğruluğu bir yana, kullanmaktan çekinmek çok daha büyük bir hata olacaktır.

Çeviren: Yusuf Tuna Koç
* Ips-journal.eu adlı internet sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir.