Şevket Akıncı, uzunca bir süredir takip ettiğim nevi şahsına münhasır kıymetli bir müzisyen. Gitarist, kompozitör, doğaçlamacı, aranjör, ve prodüktör. Kendi adıma hayli geç sayılabilecek bir zamanda, adını ilk kez Şirin Soysal’ın ilk solo albümü ‘Bir Şeyler Var’ albümünde duymuştum. Sonra da ne yaptıysa takip ettim. Önceki işleri, güncel işleri derken bir süre 2017 yılında yayımladığı […]

Bükülen zaman yaşanan müzik

Şevket Akıncı, uzunca bir süredir takip ettiğim nevi şahsına münhasır kıymetli bir müzisyen. Gitarist, kompozitör, doğaçlamacı, aranjör, ve prodüktör. Kendi adıma hayli geç sayılabilecek bir zamanda, adını ilk kez Şirin Soysal’ın ilk solo albümü ‘Bir Şeyler Var’ albümünde duymuştum. Sonra da ne yaptıysa takip ettim. Önceki işleri, güncel işleri derken bir süre 2017 yılında yayımladığı ikinci albümü Escher Chronicles’ta takılı kaldım. Derken derken yollarımız kesişti bir sabah ve oturduk hem albümü hem de müzik kariyerini konuştuk.

Albüm, adını Cornelis Escher’den alıyor. Escher’in resimleri üzerine yapılan bir albüm. Her parça bir resmine denk geliyor. Bunun yanı sıra albümdeki şarkılarda işittiğimiz doğa sesleri de mevcut. Kuşlar, böcekler, orman hışırtıları. Başka bir hayatı da böylelikle resmediyor Akıncı. En azından ben böyle düşünüyorum. Akıncı şöyle diyor: “Konseptler, sonsuzluk gibi karşıtlıkların birleşmesi, özgürlük konuları. Albüm bunlarla ilgileniyor. Ucu da doğaya denk düşüyor açıkçası. Doğanın düzensizliğinde bir düzen de kaos da görebilirsin. O da anlattığım şeylerden bir tanesi.” Kaos meselesi ilginç. Albümle bağdaştırmak için kaosu soruyorum. “Çok tanımlayamadığım bir kavram. Mesela İstanbul trafiğine böyle tepeden baktığında o düzensizlikte yine bir düzen var. Artık bir şeyler tekrar ediyor ve orda bile bir düzen görebilirsin.”

Akıncı, etrafında olup bitenlerin son derece farkında birisi. Sanatı çok yönlü okuyan, felsefeden de anlayan biri. Yaşadıklarında müziğe olan etkisini merak ediyorum. Etkileyici bir cümleyle yanıt veriyor: “Müzikte aldığım kararlara eşlik eden nedenlerin ‘çünkü’sü önce geliyor. Neden ise sonra. Müzikte bir şey yapmaya karar verdiğinde onun illa rasyonel bir amacı olduğunu düşünmedim. Aksi takdirde çok mantıksal çerçeveye sıkıştırılmış ve orda yaşayabileceklerini yaşayamadan o mantıksal çerçeveye hapsetmiş oluyorum. Böyle bir “kartezyen” düşünce sistemine ters düşen bir şey bu. Neden sonuç ilişkisine bağlamak isterdim. Ucu açık bir şey çok kabul görmüyor kartezyen düşünce sisteminde.”

Müziği nasıl gördüğüne dair ise şu örneği veriyor: “Bir lego düşünün. Üstünde şato resmi vardır. Şato yazıyordur. İçinde de bir kullanım kılavuzu vardır. O kullanım kılavuzunda çatının nasıl yapılacağı yazıyordur. İkinci bir Lego daha vardır. Şato legosudur ama şatonun resmi yoktur kutuda. İçinde kullanım kılavuzu da yoktur. Sadece parçalar vardır. Ama şato yazdığı için, şato sonuçta bir otopark değil, şatonun nasıl yapıldığına dair bir fikir vardır. Ama kendi yorumunu katar insan orada. Üçüncü şıkta ise hiçbir şey yazmaz sadece parçalar vardır. İşte bu özgün müzik. Orada parçalarla istediğini yaparsın. Ben biraz orda bulundum. Bir de dördüncü bir lego vardır ki, hiçbir şey yazmaz üzerinde. Kullanım kılavuzu da yoktur. Parçaları alıp çekiçle parçalıyorsun ondan sonra bir şey inşa etmeye çalışıyorsun. Bu da biraz yapıbozumcu, özgür doğaçlama oluyor. Birinci şıkta yaptığım müzikler var. Daha tanımlı cazdır. Şirin’le (Soysal) birlikte yaptık. Ki onun içinde de özgürce yaptığımız şeyler var. Daha çok yorumladığım şeyler bu üçüncü şıkta. Daha karmaşık müzikler.”

Sanırım bundan daha iyi anlatılamaz. Mesela albümü açtığınızda Sketch of Jetta şarkısını dinleyin. Baştan aşağı büyüleyici bir eser. Ama Akıncı gibi kişilere çok sık rastlamıyoruz. Üçüncü şıkta olduğu gibi çok sık karşılaştığımız eserler yok önümüzde. Bunu reddediyor Akıncı: “Hayır, aslında o kadar da yalnız değiliz. Bir o kadar da yalnız var ki onlarda bir dayanışma hissediyorum. Hatta çoğu zaman güçleri birleştirip, karşılıklı yardımlaşmayla oluşturulan minik festivaller de düzenliyoruz. Dergilerimizi yayınlayabiliyoruz. Etkinliklerimizi de duyuruyoruz birbirimize. Kolektif gücün bir parçası olduğunu hissettiriyor bana. Tabi bireysel efor olarak algılanabilir. Çünkü tam tanımlanmayan bir müzik. Ne caz ne klasik müzik o açıdan belki söylediğine katılabilirim ama yalnız değilim. Bu albümde birçok kişi yardım etti. Minnettar olduğum ve adlarını sayabileceğim çok insan var. Yoksa ben bunu tek başıma yapamazdım. Ani bu projeyi de yürütemezdim. Birçok kişi elimden tuttu.”

Bu kolektivizm duygusu olmasa eksik kalır mıydı işler? Akıncı, insanın eylemi tanımlamasında ve eylemlerin kalıcı olmasında birkaç şeye ihtiyacı olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Tarihte de böyle, ya yeni olması içindir yapılan şeyler ya da çok güçlü olması için. Değişik bir icat, çok değişik güçlü bir yorumla kalıcı olur. Sentez de de böyledir. Bunlar sonuçta illa o yaşadığı dönemde popüler olmayabilir. Bunun kalıcı olmasını sağlayan bir sürü başka etken de var. Ama günümüzde bu biraz değişti. Yalnızlaşmak şöyle oluyor artık eskisi gibi böyle kalıcı olamayabiliyor bazı şeyler. Şu anda müzik dinlediğimizde çok dar alanlarda müzik dinliyoruz. Kulaklıklarımızla ya da bilgisayar hoparlörüyle, o da sesi küçültüyor MP3’ten ve çok dar zamanlarda dinliyoruz. Instagram storylerinde onları bile atlıyoruz. Spofity’ı açtığınızda orda da hızlı hızlı geçiyoruz. Yani bir eseri çaldığımızda onun ilk 5 saniyesini dinleyip çok anlamsız, sonra o sürece dâhil olmak lazım. Yalnızlık belki o açıdan var.”

Ama albüm yapmak bu çağda, biraz ‘demode’ olarak bile yorumlanıyor. Akıncı da kendisini benim gibi tanımlıyor: “Ben hâlâ CD alan son salaklardanım.” Ve gerçekten de bunu albümde hissediyorsunuz. Albüm baştan sonra tek bir parça. 18 şarkının yer aldığına bakılmaksızın bu da bir single. Akıncı da katılıyor bu fikre ve diyor ki, “Introsu olan parçaların bile sırası bile bir kompozisyonun önemli bir parçasını oluşturuyor. Albümden rastgele kısa bir parçayı dinlemenin bir anlamı olmayabilir. Dolayısıyla hem albüm jenerasyonundan geldiğim için albüm fikrini ayakta tutmaya çalışıyorum. O yüzden ilk olarak albümle ortaya çıksın istedim. Hem de tek kişi değilim. Tabii bunu yapan halen, Türkiye de klasik müzik, cazla uğraşan nispeten daha az popüler olan müziklerle uğraşanlar halen böyle yapmayı tercih ediyor. Caz single ve klasik single diye bir şey olmayabiliyor.” Haklı!

Akıncı, prodüktör olarak katkı sunduğu albümlerinin dışında solo bir albüm hazırlığı içerisinde. ‘Bitti gibi’ diyor. Merakla bekliyorum albümü. Ayrıca üniversitelerde caz tarihi dersleri de veren Akıncı, “Öteki Caz ve Yeni Müzik” adında da büyük bir kitabı tamamladı. Pan Yayınları etiketiyle yakın zamanda çıkacak kitabın, avangardın birtakım tarihçesi olduğunu söylüyor.

Akıncı ile tanıştığım için çok ama çok mutlu olduğumu hissediyorum. Ofise dönüş yolunda ilk albümü ‘Uçurumda Açan’dan ve ikinci albümü ‘Escher Chronicles’tan şarkılar dinliyorum. Sonbahar Kaçağı, Özgürlük bir kere daha yakalıyor beni. Üzerine de Metamorphose dinliyorum. Nereden baksanız büyüleyici. Şimdi yeni işleri ve özellikle de kitabı için beklemedeyim. Belki tekrar yine bu sayfalar için konuşuruz.