‘’İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır.’’ (Moğol Atasözü)
AKP için ne mi düşünüyorum: “Nothing can come of nothing” (Lear, Shakespeare)

Bulantı hakkında ne mi düşünüyorum?


“Misery acquaints a man with strange bedfellows.” (Fırtına, Shakespeare)


Kısacası “Sefalet tuhaf yatak arkadaşları ile insanı tanıştırır”, ufak bir değişiklik yaparsak tam oturacak, o zamanda Ahlaki Sefalet insanı tuhaf yatak arkadaşlarıyla tanıştırır, olur.


Şimdi işin gerçeği, Bulantı hakkındaki ilk bilgilerimin kaynağı Demirkubuz’un kendisidir, kendisi bana Ağa Bilardo Salonu’nda anlatmıştı. İlk anlattığından beri tuhafıma gitmişti, işin gerçeği ise anlatırken pek kendisine ait olmayan bir metin hakkında konuşuyor gibiydi, ötekileştirerek ve sonuç hakkında kararsız olarak.


Filmi seyrettiğimde şaşkınlığa uğramadım, ama epeyce güldüm, gülmemek için de hiç kendimi kasmadım, ama gülme nedenim filmdeki yabancılaştırıcı diyaloglar değildi. Tam aksine Zeki’nin kasım kasım kasılan ve tuhaf bir “aşırı çekici bir Ziya” gibi kadınları etrafında toplama arzusunun sembolü olan o tuhaf “yiğit” erkeğin kendine dair fantezisi bana epeyce komik geldi. Bir erkeğin, kendini böylesine muhteşem çekici olarak görmesi, etrafında sürekli kadınların olması, onları bayağı hızlı ve hatta uyumlu şekilde “exchange” etmesi, dahası gidenin ardından ise hiç istifini bozmaması bir farazi yanılsamadır, ama gönlünde yatan bir şeydir, ne kadar yoz olsa da.


İkinci olarak filmin hikâyesinin kuruluşu tümüyle farazi olaylar üzerine kuruludur: Bu tip şeylerin karşımıza film olarak çıkması da ancak belirli bir yozlaşmadan sonra olabilir.


Nedir olaylar dizisi? Genel hatlarıyla ortaya dökelim, daha iyi olur.


Evli ve bir kızı olan Ahmet’in karısı, bu kaçıncı diyerek çocuğunu alıp evi terk eder. Kocasının çamaşırlarını katlarken, don kısmına gelince hizmetçiyi çağırır, onun katlamaya devam etmesini ister ve balkona çıkıp sigara içer. Oraya Ahmet de gelir, kısa ve anlamsız bir diyalog geçer, sahnenin çekimi çirkincedir. Zaten Zeki’nin filmlerinin genel özelliği şudur: Arkadaş plastik güzellik nedir bilmez. Sineması çeşitli ve hatta tuhaf diyaloglar yığını gibidir, ama gelin görün ki plastik güzellik ve görsel dilin zenginliği gibi şeyler bilmez.


Daha sonrasında o gece “sevgilisiyle” evinde birlikte olur, sevgilisi çekingen bir şekilde girmesine rağmen, aslında böyle şeyler kişilik bozukluğunun tam da kendisidir, insan nasıl biri olursa olsun evini temiz tutmalıdır. Sevgilisiyle ilk kez öpüşürken görüntülenmesi ve öpüşme biçimi bizzat aralarında bir aşkın olmadığını ve hatta ilişkinin kendisinin bir suç ortaklığını gösterecek biçimdedir. Aralarında içsel ve dünyaya dair ruhsal yakınlık kuracak hiçbir diyalog geçmez. Dünyadan kaçıp kendi fantezilerine sığınmış gibidirler.


O gece gelen ardı arkası kesilmeyen telefonlar, sonrasında hizmetçinin gelip arayanın eşi değil, eşinin telefonundan arayan polis olduğunu bildirmesi, sonrasında ise o elim kazanın öğrenilmesi, bütün bunlar fantastik komedi kısmını artırır.


Sonrasında hizmetçi meselesi başlar: Araya giren Feda baskılı Beşiktaş hikâyesiyle hizmetçinin oğlu büyük olasılıkla Zeki’nin kendi geçmişine, kendi çocukluğuna dair fantastik bir doyumu anlatıyor sanıyorum.


Daha sonra ise sevgilinin işi gücü yerinde olmasına rağmen New York’a göç etmesi ve sonucu bir mesajla bildirmesi gibi ilginçlikler var. Ancak şunu söyleyeyim Bulantı’daki hiçbir ilişki belirli bir ruh yakınlaşması ile başlamaz ve yine hiçbir ilişki belirli bir ruhsal çatışmayla son bulmaz. Bu anlamda zaten Bulantı’nın en önemli özelliği bütün film boyunca, ruhsuzca çekilmiş, ruhsuz insanların bedensel suç ortaklıklarına dönüşmüş ve yine başka insanların yüreklerinde bıraktığı yaralarla beslenen olaylar üzerine kurulu olmasıdır. Bulantı özünde bir kendinden kaçış ve hatta kendine dair sorunları dert etmeme gibi farazi insanlar üzerine kurulmuş olmasıdır. Bütün film boyunca, bütün karakterler “aşırı coolness” gösterisi yapar gibidir. Sonuç, filmin bütününe damgasını vuran “non-personality” durumudur.
It is a kind of depersonalization process.