“Gezi” kendi kendini tarihe altın harflerle kazıdı bile. Peki sen onun tarihine bir şey katabilecek farkındalığa erişebildin mi acaba ey ‘sanatçı’? Çevrendekilerin ne dediğini duyabiliyor musun artık?

Bulut geçti

EZGİ ÇELİK- e.ezgicelik@gmail.com

Aslında bilemedik. Hiçbirimiz. Çok derin bir karmaşanın başlangıcı olduğunu bilemedik. Süresini tahmin edemedik. Nedenini kestiremedik. Gerçekten nerede başlamıştı takip edemedik. Bir anda nasıl bir araya gelindiği ile ilgili ortak bir cevap veremedik. Sen kimsin, ben kimim demedik. ‘Peki şu an olan ne’ diye aradan kafasını uzatanlara kafamızı çevirdik. Sanki havada asılı koca bir bulut vardı, biz de onun altına giriverdik. Sonra bize kal dediler, kaldık. Yat dediler yattık, kalk dediler kalktık. ‘Şimdi koş, hadi, hızlı’ dediler, koştuk. Bunlar yazılmalı dediler, yazdık. Yazma konuş dediler, konuştuk. Yukarıdan tutku yağıyordu, heyecan yağıyordu, cesaret yağıyordu. Bize bütün bunları yaptıran ve en kıymetli tarafı da buydu.

Zaman geçtikçe, cesaretin getirdiği heyecanla herkes kendi tutkusunu dile getirmeye başladı. Kimileri, kendi siyasi fikirlerini kalabalıklara anlatmaya çalışıyordu. Kalabalıklar tarafından çoktan benimsenmiş olan gruplar ise onlara destek olmaya. Hiçbir siyasi ya da sosyal söyleme ihtiyacı olmayanlar vardı. Onlar da sadece 'biz' olmaya çalışıyorlardı ve olayın merkezinde sadece bunun olduğunu anlatmaya. Koca bir yaşam başladığından kelli, ortamı daha da yaşanılır kılmaya çalışanlar vardı; müzisyenler, satıcılar, yemekçiler… Tabii yaşam olunca ve oldukça tutkulusundan, sağlık olmazsa olmazdı. Bütün sağlık teşkilatları en güçlü mevzilere yerleşmişti. Alanda hayat tıkırında işlerken etrafta neler olup bittiği görülebiliyordu. Hemen karşıda kendi bulutunun altında, seri numarasız, bir seri insan yaşam kurmuştu mesela. Yazık. Orada, o kadar zaman geçti. O buluttan bir şeyler yağdığı hiç görülmedi.

Bu koca dünyada harekete geçmiş bütün duygularına kapılan bir kalabalık daha vardı; sanatçılar. İstediler ki onlar da bir şeyler üretsinler. O ana ve gelecek zamana tanıklık etsinler. Oyunlar yazılsın, sahnelensin, danslar edilsin, şiirler okunsun, şarkılar bestelensin. Hepsi yapıldı da. Hangi biri ne kadar etkiledi, günümüze kadar sağ çıkabildi mi, bilinmez. Ama daha önemli bir şey fark edildi; bu bir anda oluşabilecek bir şey değildi. Satıcı tezgâhını her yere taşıyabilirdi, aşçı malzemesi varsa her an yemeği hazır edebilirdi. Ekipmanları yanında olduğu müddetçe sağlıkçı her yere koşabilirdi. Ama sen bir anda üretemezdin. Senin eline o an tutuşturulan kalemle bir anda şiirler yazmaya başlayamazdın. Bir anda bütün olup biteni, yıllarca tekrar dönüp oynanabilecek bir oyun haline getiremezdin. Bestelediğin parça o an kalabalığı ayağa kaldırırdı belki ama ileride sorduklarında ‘Neyle coştu bu insanlar’ diye, çalınan senin parçan olamazdı. Çünkü aslında hiçbir şey bir anda olmuyordu. Sen hep yaşıyor olmalıydın. Her an hayata bakıyor olmalı, hayatı kana kana içiyor olmalıydın. Yanındakilerle tanışıyor olmalıydın. Onlar nereye bakıyor, kimi seviyor, kimi seçiyor biliyor olmalıydın. Seni yönetenler kimler biliyor olmalı, sanattan anladıklarının sadece ‘vurmalı’dan ibaret olduğunu önceden fark ediyor olmalıydın. Yani hayatta ilk girdiğin yer o bulutun altı olmamalıydı, sen bir sürü deliğe girip çıkmış olmalıydın. İşte bütün bunlar olsaydı, o an geldiğinde su yolunu bulurdu. Ne yapılması gerektiği bilinir, sen üretebilir ve hepsi tarihe not düşülebilirdi.

Bugün dönüp bakıldığında anlaşılıyor ki, çok hazırlıksız yakalanılmış. Gezi’nin ikinci yılında, elimizde o dönemi anlatan neredeyse hiçbir üretim yok. Bir diğer trajedi ise, bunu talep eden bir halk yok. Sanatçısı ile halkı birbirlerini huşu içinde desteklemekte. Peki bugün ya da bugünden sonra aynı süreç ile karşılaşsak ne yapılacağı biliniyor mu? “Gezi” kendi kendini tarihe altın harflerle kazıdı bile. Peki sen onun tarihine bir şey katabilecek farkındalığa erişebildin mi acaba ey ‘sanatçı’? Etrafında neler olup bittiğini takibe başladın mı? Çevrendekilerin ne dediğini duyabiliyor musun artık? Herhangi bir olaya ihtiyaç duymadan da bütün deliklere girip çıkabiliyor musun?

Alışmadık toprakta sanat durmazmış. Sen şanslısın, senin toprağın alışkın. Sen de alış ‘sanatçı’. Bu zamanları tarihe not düşebilmeye alış. Sana bu zamanları yaratan yönetici amcalarını tarihte yalnız bırakma. Onlar ellerinde senin adının olduğu listelerle dolaşırken, sen ürettiklerinle dolaş tarihte. İleride liste emrini kimin verdiği ile ilgilenilmesin, orada adı geçenlerin ne yaptıkları ile ilgilenilsin. Okudukça da Gezi’ye selamlar iletilsin. Temennin bu olsun, ‘sanatçı’.