ABD’de finansal krizin ilk belirtileri 2007’de ortaya çıktı ve o yıl “Güney” coğrafyasından uzak durdu. Uluslararası

ABD’de finansal krizin ilk belirtileri 2007’de ortaya çıktı ve o yıl “Güney” coğrafyasından uzak durdu. Uluslararası krizin hemen arifesi olan o yıla bu coğrafyanın ekonomileri farklı konumlarda girdi. Bu nedenle bir yıl sonrasında  tüm dünyayı etkileyecek olan kriz ortamını da farklı kırılganlık koşullarında karşıladılar ve bu durum 2008-2009’un büyüme rakamlarına da yansıdı. Böylece, çevre ekonomileri arasında ekonomik bunalıma güç koşullarda sürüklenenler ile olumsuz ortamı “hafifçe” geçiştirenler arasında bir ayrım oluştu.
IMF’nin Nisan 2009 tarihli Dünyanın Ekonomik Görünümü raporundaki verilerden derlenmiş olan aşağıdaki tablo, emperyalist sistemin çevresinde yer alan ve petrol ihracatçısı olmayan on beş büyük ekonominin 2007’ye ait dış denge verilerini  sunuyor. (“Eksi” oranlar, cari işlem açığı, “artı”lar, cari fazla  anlamındadır.) Bunu, büyüme/küçülme oranları (2007-2008’in gerçekleşmeleri, 2009’un tahminleri olarak) izliyor. Böylece Türkiye’nin sözü geçen ayrışmalar içindeki konumunu da algılama imkânı buluyoruz.
Karşılaştırmayı sorular sorarak başlatalım:
Soru 1: Uluslararası krizin arifesinde (2007’de) çevre ekonomilerinin ana ayrışma çizgisi nasıl beliriyor?
ABD’nin astronomik (740 milyar dolar) cari işlem açığı verdiği 2007’de emperyalist sistemin çevresinde yer alan ekonomiler ikili bir bölünme gösteriyor: Kriz ortamına (i) dış açıkla ve “düşük veya orta halli” büyüme hızlarıyla, veya, (ii) dış fazla/kabaca dış denge koşullarında  ve “orta halli veya yüksek” büyüme hızlarıyla giren ülkeler. İlk grubu tablonun ilk altı sırasında yer alanlar temsil ediyor. Bunların 2007’deki ortalama büyüme hızı yüzde 4.5’tir. İkinci grup ise, ortalama olarak yüzde 7.4 oranında büyümüş olan diğer dokuz ülkeden oluşuyor. Görüldüğü gibi ilk grubun dış açıkları fazla işe yaramamış; daha yüksek büyüme hızlarına yol açmamıştır. Tabloda yer almayan bilgileri de kullanırsak, aynı grubun dış borç göstergelerinin de “yüksek ve bozuk” olduğunu biliyoruz. O tarihlerdeki pek çok inceleme, uluslararası ekonomik ortam bozulduğu takdirde, bu özellikleri taşıyan ülkelerin “kırılgan” konumlarda olacağını ortaya koymuştu.
Soru 2: Bu ikili gruplaşma 2008-2009’daki büyüme/küçülme göstergeleri bakımından da devam etmekte midir?
Aynı ayrışma bunalım yıllarına da taşınıyor. İki grupta da 2008’de “küçülen” ekonomi yoktur. Buna karşılık “kırılgan” konumda krizle karşılaşan ilk gruptaki altı ülkenin hepsi 2009’da küçülmektedir. Bu ülkelerin 2008-2009 için öngörülen büyüme oranlarının yıllık ortalaması sıfıra yakındır (yüzde 0.2’dir). Esasen bu altı ülkenin  beşi 2008-2009’da IMF’ye çeşitli biçimlerde kredi için başvurmak zorunda kalmıştır (Güney Afrika hariçtir).
İkinci grupta ise 2009’da küçüleceği tahmin edilen ülke sayısı ikidir. Ve gruptaki ülkelerin son iki yılda ortalama yüzde 2.7 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir. Kriz ortamına dış fazla/dış denge; ılımlı dış borç koşullarında giren bu ülkeler iç piyasaya dönük talep genişletme politikalarını rahatça izleyebilmişlerdir. Buna karşılık IMF, “kırılganlar” için kemer-sıkma politikaları oluşturmaktadır.
Soru 3: Türkiye’nin konumu nasıldır?
2007’deki dış açık / büyüme hızı bağlantısı bakımından tabloda kapsananlar içinde Türkiye’den daha kötü durumda bulunan tek ülke Macaristan’dır. Bu ülke Türkiye’den daha düşük bir büyüme hızını, daha yüksek oranlı dış açıkla gerçekleştirme marifetini göstermiştir. Bunalımın “Güney” coğrafyasına yayıldığı son iki yıla gelelim: Karşılaştırmayı isterseniz tablonun dışına, IMF raporunda kapsanan tüm çevre ekonomilerine taşıyınız; üç Baltık ülkesi ve Ukrayna dışında, Başbakan’ın iddiasının tam aksine, ekonomik bunalımı en şiddetli yaşayan ülke Türkiye’dir.