Zaman, biz solcuları öyle bir noktaya getirdi ki; egemenleri ve ezilenleri yakın ölçüde ilgilendiren darmadağın bir ‘gerçeğin’ içinden düşünmek zorundayız artık

“Bundan sonrası kişilik bölünmesi”

MURAT MÜFETTİŞOĞLU / mmufettisoglu@gmail.com

Kısaca Devrim

Epeydir görüşmediğim bir dostumla geçen gün telefonda mesajlaştık. Avukatlığını da yaptığı sol partinin ikiye bölündüğünü biliyordum. Demesine göre onların taraf da sonradan ikiye bölünmüş. Eskiden olsa “mutad halimiz” der geçerdim. Biraz şaşkın biraz sitemkâr, “parti olarak mikrokosmos’ a doğru yol alıyorsunuz yani” diye yazıp gönderdim. Karşıdan gelen yanıt espirili fakat acıklıydı: ‘Bundan sonrası kişilik bölünmesi’.

‘Kişilik bölünmesinin’ psikiyatrideki karşılığı şizofreni malumunuz. ‘Gerçeklik algısının bozulması hali’ de deniyor. Yunanca ‘ayrık’ anlamına gelen ‘şizo’ ve ‘akıl’ anlamına gelen ‘frenos’ sözcüklerinin bileşiminden oluşmuş. Arkadaşım latife yapmıştı; bense ülke solunun makûs kaderini imlediğini düşündüm. Kendi içinde bölünüp duran öncü bir gücün kitleleri meydanlara sürüklemesini ummak neresinden baksanız ironikti. ‘Sol’ demek ‘birleşik mücadele’ demekti çünkü; akli ve vicdani tek kıstası vardı: bireyin ve kitlenin iradi bütünlüğü. Bölünme bize yakışmazdı. Hele ki, henüz yaşadığımız değerli bir toplumsal ‘hadise’ varken elimizde.

Gezi, siyasal iktidarın ayyuka çıkan baskılarına ve keyfi uygulamalarına karşı kitlelerin ‘kendiliğinden’ tepkisiydi. En önemlisi, kökleri ne günümüzle ne de Türkiye ile sınırlıydı ve kimilerinin iddia ettiğinin aksine etkileri hala sürüyordu... Hadisenin ‘kendiliğindenliğine’ bakıp genetik kodlarında sol birikimin olmadığını iddia etmek yanlış olur. Zira Marx’ ın köstebekleri yaklaşık iki yüz yıldır çalışıyor. Sırf bu çabadan ötürü, Sol’ un Gezi’ yi doğru okuması, gerisinde kalmaması, onu sahiplenmesi boynunun borcudur. 2013’ ün ikinci yarısında ülkeyi saran kolektif coşkuyu, direnişçi ve dayanışmacı ruhu anımsıyorum da, Sol’ da yaşanan her bölünmeyi hayal kırıklığıyla karşılamadan edemiyorum.

Her şeyden önce felsefi bir kavrayış, geleceğe dair bir metodoloji olarak Sol’ un, ‘emperyalizmi’, ‘kapitalizmi’, ikisinin aba altındaki sopaları olan ‘dini ve milliyetçiliği’, bütün bunların düzenleyicisi konumundaki ‘devleti’ algılama ve çözümleme biçimleri, önerdiği mücadele yöntemleri, kullandığı dil ve koyduğu hedefler arasındaki ‘nüanslar’ bölünmelerin asıl nedeni olarak öne sürülebilir. (Nüanslar diyorum, özellikle Sol söz konusu olduğunda, diyalektiğin giderek kimliksizliğe uzanan yolunda derin ayrımların olduğuna inanmıyorum). Beri yandan, ‘nüansları’ hepten ve kökten olumsuzlamak, hem ilkesel hem stratejik açıdan yanlış olur, dahası Sol’ un doğasıyla çelişen bir tutumdur. Kaldı ki, sağ/statik ideolojilerden farklı olarak, dönüşmeye, dönüştürmeye, derinleşip genişlemeye yazgılı tek ideoloji olan Sol’ un özgüllüğünde türlü ‘farklılıklar ve içsel çatışmalar’ yatar. İyi güzel de, sorun nedir?

Akıp giden zamanın ruhunu/ruhsuzluğunu, sübliminal mesajlardan çöplüğe dönmüş ve mutasyona uğramış insan beyinlerini, suni biçimde üretilen kitle kültürünü, sistemik iktidar ilişkilerini vesaireyi güncel kodlarından kavrayacak ve dönüştürecek ‘ortak sol normların’ açığa çıkarılmasındaki “gönülsüzlüktür” sorun. (Hakiki) Sol o normlara zaten içkinken gönülsüz davranmanın ne anlama geldiğini çözebilmiş değilim. Yoksa geleceğe dair ‘mutlak hedef’ konusunda herkes hemfikir: biz ona kısaca Devrim diyoruz.

Achtung! *

Üretim ilişkileri üretenlerin lehine değişmediği müddetçe para ‘mutlu azınlığın’ kasalarına akmaya devam edecek. Malumunuz, devletler, hükümetler, sermayenin meşhur stk’ ları vs bu denge/dengesizlik halini korumak için varlar. Lakin taşımaları gereken bir handikapları da var: kapitalizmin irrasyonel doğası! Yok ederek var olan, sömürerek semiren bir sistemin ürettiği anomalileri yönetmek, doğrusu kolay olmasa gerek. Hal buyken, sermayenin ve onun sivil/askeri bürokratlarının yaptırım gücünü ellerinde tutmaları yetmiyor, ona form vermeleri de gerekiyor. Birinci paylaşım savaşı sonrası ulus-devlet mozaiğini oturtarak; ikinci paylaşım savaşı sonrası kontrol toplumuna ve küresel toplum sistematiğine “geçerek” peş peşe iki pozisyon aldılar. Maddi güçlerindeki artıştan kaynaklanan özgüvenleri kronik tedirginlikleriyle birleşince de irrasyonalitenin topuzunu iyice kaçırıp neo-liberalizmi dayattılar. Bugün boğazlarına kadar boka batmış durumdalar. Ali Koç’ un, “eşitsizliğin kaynağı kapitalizmdir ortadan kalkması gerekir” demesi, peşinden Bülent Eczacıbaşı’ nın, “kapitalizm insanlık için istenen sonuçları veremedi” şeklindeki açıklamaları Zaytung olmadığına göre, biz solculara sadece ‘Achtung’ demek düşer!

Sürdürülebilirlik ihtimali zaten olmayan neo-liberalizmin belini “doğrultmaya” çalıştığı, bunun için Sol’ un dilinden faydalandığı aşikar. Bir anda “anti-kapitalist” olmadıklarına göre iki azılı kapitalistin sözlerinden başka türlü anlam çıkarmak yersiz, gereksiz. Kaldı ki, köşeye sıkıştıklarında cephe saldırılarını “ağırdan alıp” emekçi mevzilerine sızmak ve sömürünün koşullarını (içeriden) ‘resetlemek’ sermayenin bildik yöntemlerindendir. Onlar kendi “bütünlüğünü” türlü cambazlıklarla korumaya çalışırken, Sol’ un ‘nüanslara’ takılarak bölünmenin yolunu tutmasının bedelini kim ödüyor dersiniz?

Zaman, biz solcuları öyle bir noktaya getirdi ki; egemenleri ve ezilenleri yakın ölçüde ilgilendiren darmadağın bir ‘gerçeğin’ içinden düşünmek zorundayız artık. Modern tarihin üretim ilişkileriyle üretici güçlerin çatışmasından doğduğunu iyi biliyoruz. Lakin, zamanın akışı içerisinde minör çatışmalar, spontane eğilimler, sürpriz kalkışmalar, kontrolsüz sapmalar, bunların oluşturduğu ara yüzler ve ara yüzler arasında kılcal geçişkenlikler de var. Bütün bu ‘tikelliklerin’ gizemli birer doğası olduğunu söyleyecek değiliz. Tam tersi, hayli sağlam neden-sonuç ilişkilerince belirlenen ontolojik bir bütünün parçaları hepsi. Sol kavrayışlar arasındaki ‘nüanslar’ tarihin ara yüzlerine nüfuz edebildikleri, onları içeriden etkileyebildikleri ölçüde anlamlıdırlar. Doğrusu şu “kıstas” üzerine kafa yormaya değer: Sol kavrayışlar arasındaki nüanslar, güncel gerçeğin farklı noktalarına kanca atabildikleri ölçüde anlamlıdırlar; aksi halde, ya patinaja ya da anakronizme neden olurlar.

Sol, sistemik iktidarla kurulan çatışmalı(antagonist) ilişkiden beslenir ve fakat iktidarı kökten alt etmenin yolu, onun türev fonksiyonlarını, alt fenomenlerini içerden kavramaktan geçer; bunun da ön koşulu, sol gruplar arasındaki bütünlük siyasetinin şartlarını olabildiğince zorlamaktır. Bununla birlikte her sol kavrayış, insanlığın çalkantılı denizinde demirlemiş birer gemi gibidir. Sorun, dalgaların yönüne ve şiddetine göre gemilerin pozisyon alıp alamamaları, bir araya gelip gelememeleri sorunudur. Gezi Hadisesi, dağınık bir denizi toparlayacak enerjiye sahip tarihsel bir rüzgârdı; kendine dönük yelkenler bulamadığı için başka ufuklara yöneldi, esintisiyse -her şeye rağmen- sürüyor.

(*) Almanca dikkat