Manşetler bomba patlatmayı pek sever. Bülent Arınç yine bombayı patlattı: Canan Kaftancıoğlu için “İfade özgürlüğüne saygı duymalıyız, tahammül etmek zorundayız” dedi ve devam etti: “Ahmet Türk’ün terörle alakası yoktur, barış olsun isteyen biridir.”

Hemen ardından “Devlet Bahçeli bombaladı” manşetiyle şu haberi okuduk: “Bülent Arınç Bey bir kenara oturmalı ya Bursa’ya ya Manisa’ya yerleşmeli.”
Çelişkili ve zoraki ittifakın ürünü Saray Rejimi böylece içten patlamalı bir özellik de kazandı. Bir nevi sadomazoşist bir siyasi tercih denilebilir. Sadizm, karşısındaki kişiye acı vermek veya eziyet etmekten haz duymanın adıdır. Siyaset diline pekâlâ faşizm diye çevrilebilir. Mazoşizm ise kendisine acı verilmesinden, eziyet edilmesinden bir zevk alma duygusudur ki Cumhur İttifakı adeta böyle bir kimlik de kazanmıştır. Çünkü sadomazoşizm acı çekmekten ve çektirmekten hoşlanmak anlamına gelir.

Kaldı ki şu sıralar manşetlerden bomba patlatmalara, içe doğru meydana gelen patlama ya da iç çöküntü eşlik ediyor. Hani eskiyen binaların hassas noktalarına patlayıcı yerleştirip kontrollü şekilde yıkılmasını sağlayan bir teknoloji var ya, işte öyle. AKP içinden Gül-Babacan-Davutoğlu’nun içe doğru patlamasının sarsıntıları hissedilmeye başlandı. Elbette onların da tek derdi aynı arsayı TOKİ’lemek, eski binanın benzerini yapmak.

Peki, Saraylılar hâlâ kime güveniyor? Hiç kimseye! O halde şöyle sorulmalıdır: Peki bunlar hâlâ neye güveniyor?

Artık seçime ve seçmene güvenmedikleri aşikâr. Ekonomik kriz, Kürt meselesine ilaveten Suriyeliler ve Suriye meselesi, ABD ile arızalı ilişkiler, say say bitmiyor. (Bu arada Kürt meselesi demişken, Selahattin Demirtaş’ın HDP önündeki annelerle ilgili “PKK’nin bu ailelerin çağrısına derhal cevap vermesini öncelikli olarak talep edelim” sözlerinin niye geçiştirildiğini de anlamak mümkün değil.) Saraylılar eğitim sisteminde de çuvalladılar ve itiraf ettiler: “İki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bunlardan biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insani zenginleştirme olan kültür sanattır.” İmam Hatip açıyorlar öğrenci bulamıyorlar. Eskişehir’de üç köy Menzil tarikatına direniyor. Medyalarına eskisi gibi bel bağlayamıyorlar, kimse izlemiyor.

Ama başka dayanakları var. İtiraz edeni içeri atan cüppesi ilikli yargıya güveniyorlar. Elbette polise ve askere de güveniyorlar. Camiler artık pek dolmasa ve inşa ettikleri camilere cemaat bulamasalar da cami avlularına güveniyorlar. Sokak gücü olarak organize suç örgütleri yanı sıra, Barış Terkoğlu’na göre “30 tarikat silsilesi, bunlara bağlı 400 civarında kol, 445 tekke, 800 medrese ve bunlarla irtibatlı yaklaşık 3 milyon insana” güveniyorlar. Bu da yetmezse İdlib’den ithal edeceklerine güveniyorlar.

Bugüne dek muhalefet direniş çizgisi izliyordu. Bundan böyle AKP ‘direniş’ (!) çizgisi izleyecek gibi; medyasıyla, askeriyle, polisiyle, yargısıyla, tarikatıyla canını dişine takacak. Veya içten patlamaya dayanamayıp bu haliyle bir canlı bomba misali memleketin ortasında patlatacak kendisini. Veya bir balon gibi fıss diye sönecek, bilemeyiz.

AKP bünyesindeki bir iç patlama beklentisiyle beklemede kalanlar, sanıyorlar ki muhalefet pek çaba göstermeden iktidar çökmüş olacak. Oysa tam tersine muhalefet çaba göstermezse küllerinden doğabilecekler.

Peki ne olacak? Yani 31 Mart ve 23 Haziran ötesi nedir? Medya, yargı, polis, asker, tarikat gücü… İşte Saray bütün bunları sonuna kadar kullanacaklarken muhalefet bütün bu güçlerden elbette yoksun kalacaksa...

Demek ki bu denklemi bozmak için sadece ve sadece halkın gücüne dayanan bir muhalefet tarzı tek çare olarak kalmaya devam edecek.