'Bunlar diziyse bizdekiler ne' dediğimiz 7 muhteşem dizi

ENGİN ÖZER / @enginzer

Masal sesten gelir. Sesler kulaklara değer, sonra hayallere döner. Hayallere de kimse çocukça diyemez. Hayaller güzellik dozu artmış gerçeklerdir. Yıhaaa, yazı dediğine de böyle başlanır işte. Dolambaçlı anlatım. Buradan günümüzün masalları gibi olan dizilere bağlayacağız işi, naaber?

Neyse işte, diyeceğimizi en baştan dedik... Yaniciğim kırmızı başlıklı kızın kırmızı başlığında aslında bir numara olmadığını hepimiz biliyoruz. Başlık olmasa da, kızcağız ormanda hoplaya zıplaya gidebilir; ama işte kırmızı başlık denince zihinlerde bir resim şekillenir. Kırmızıyı parlatan güneş ağaçların arasından belirir, fona kuş cıvıltıları eklenir. Böyle böyle, hayaller gerçeğe adım adım yaklaşır.

Bir de gerçekten ne anladığımız var tabi. Mutlaka elle tutmalı, mıncıklanmalı, o iki tarikatçı emcenin slime’den başlarına yeşil sarık yaptığı videodaki gibi bıngıldamalı bir şey midir gerçek? İnsan gerçeğe inanmaya mı meyillidir, yoksa kurgusal sallamasyon işlerde midir aklı?

Diye diye düşünürken Jack Stone çıkıp da aradan “Herkesin ayağında bir pranga var, Naz* Böyle ifade ettiğim için üzgünüm ama .iktir et. Hayatını yaşa.” Demesin mi?

The Night Of’un çatal sesli, bezmiş avukatı Jack Stone rolündeki John Turturro’yu ne kadar da özlemişiz. Sesi belki nine masalı gibi direkt nefesle kulağımıza gelmiyor. Arada dolby’ler, türlü digital kodlar çözülüyor. Onlar çözülürken olay ilmek ilmek işleniyor. Bizde de olsa keşke bu tip işler diyoruz. Sonra Stone’a bakıyoruz, bezgin bezgin bakıyor, “Hayatını yaşa, ben yaşayamadım bak halime” duruşuyla bekliyor. Başlayalım öyleyse.

*dizinin ana karakteri.

1. The Night Of

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181911-1.

Turturro denince kafalar haliyle 1998 yılının çatlak filmi Big Lebowski’ye gidiyor. Eagles’ın Hotel California’sı Gypsy Kings tarafından İspanyol ezgileriyle eda edilirken sahneye daracık mor kostümüyle “Jesus” giriyor. Baştan ayağa bir fetiş objesi gibi salındıktan sonra üstüne bir de bowling topunu yalıyor Jesus. Sırasıyla Jeff Bridges, Steve Buscemi ve John Goodman’ın canlandırdığı tipleri görüyoruz. Hepsi bu ışıltılı yaratığa kitlenmiş.

The Night Of ‘un yıldızı Turturro en iyi bildiği işi yapıyor dizide. İzleyiciyi ekrana kilitliyor. Evet, aşırı klişe bir tabir ama olan tam olarak bu. Bu sefer sıradan bir adam, sıradan bir avukat rolünde yıldız oyuncu. Öylesine yalın ve cepten oynuyor ki Turturro, çabucak kapılıyoruz sıradanlığının rüzgarına. Esprisine gülüyor, hüznüne üzülüyor, kaşıntısına kaşınıyoruz. Çok arkadaş ekran başından kalkıp kalem aramaya gitti diziyi izlerken (izleyenler anladı).

Belki defalarca anlatılmış bir hikaye var önümüzde. Suç – amerikan hapishaneleri – mahkeme üçgeni defalarca konu edildi ama bu dizide farklı bir tat kalıyor kulakta, gözde. İlk sezonu 8. Bölümüyle bu hafta final yapan mini dizi The Night Of, Müslüman bir gencin Amerika’nın kalbur üstü mahallerinden birinde, bir şekilde bulaştığı kanlı cinayeti konu ediyor. Bir “katil kim” hikayesinin ardından nefessiz sürükleniyoruz. Atmosferi Türkleştirerek tarif edelim, uyarlansa polis rolleri Behzat Amirimize değil, Uğur Yücel – Şener Şen ikilisine pay edilebilirdi. Sosyal medyada da günden güne büyüyen diziyi ne yapıp edip izlemeli.

2. Trapped

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181912-1.

Oyuncuların isimleri Ólafur Ólafsson, lmur Kristjánsdóttir, Ingvar Eggert gibi İkea mobilya modellerini andıran dizimiz, tahmin edebileceğiniz gibi kuzey diyarlarından kopup geliyor.

İsveç değil İzlanda’dayız. Ülkenin uzak bir köşesinde kar, dolu, tipi, fırtına, bora, her ne varsa esip gürlemekte. Küçük liman kasabasında ortaya çıkan bir ceset, limanda beklemek durumunda kalan bir kruvaziyer gemi, geçmişi karanlık bir genç, dombilik, sakallı ve stresli bir polis şefimiz var. Yeter, söz zombilerin! Diyesimizi geliyor. Öylesine bir atmosfer. Ama olaylar doğal seyrinde ilerliyor. Zombi falan yok.

Klostrofobik ortamın gizemi, çözülemeyen cinayet ve yaklaşan büyük fırtına, heyecan ve gerilimi istenilen düzeyde tutmaya yetiyor. Tempo düşer gibi mi oldu? Karanlığın ortasında, karlı havada yollara düşülüyor: Hoop, gerilim. Çok mu gerildik, araya kuzeyli, temiz, stilize bir espri: Hoop nefeslenelim. Temposu tam kıvamında severek takip ettiğimiz bir eser.

3. The Last Man on Earth

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181913-1.

Konu zombi istilasına gelmişken değinmeden geçmeyelim. Adı üstünde dünyada kala kalmış son insanın izindeyiz. Yani post apokaliptik durumlar. Cehennem yaşanmış da sonrasını görüyoruz gibi.

“Yiter abi, Pazar Pazar! Ahmet Çakar’ın balina taklidine maruz kalmış gibi şiştik kaltık, bırak gerilimi” diyorsunuz, haklısınız. Dizi de zaten apokaliptik ama komedi: Apokaliptik komedi. 3 kere söyleyince rap gibi oluyor.

Sıradan bir Amerikalı vatandaş dünyada tek başına kalır. Tam sıradan Amerikalı ama. As bayrakları as as tipi. Teneke kutu bira, bowling, pick up takılan bir tipleme.

Bir salgın yaşanmış ve adamımız Phil Miller dünyada tek başına kalmış. Tabi olaylar gelişiyor ama spoiler olmasın diye çok da şey etmeyeceğiz. Komik bir Walking Dead gibi hayal edilebilir. Balina Çakar, Efkan Ala falan gibi gündemlere paydos demek, iki dakkalığına kafayı resetlemek için izlenebilir.

4. Stranger Things

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181914-1.

Vhs mi Betamax mi zamanlarından gelen, 80’lerin video kaset estetiğine “ah ulan ne günlerdi” dedirten güzide bir yapım. Uzun yıllar önce kaybedilmiş değerli bir saat, yüzük, kaset gibi. Ya da sokakta geberene kadar top oynanan, BMX bisikletin alemlerin Porsche’si olduğu yıllardan süzülen bir hazinesin sen Stranger Things. O kadar sevdik.

Karşımızda dönemin bilim kurgu yapıtlarına ilham kaynağı olan gizli hükümet projeleri, zaman mekan geçitleri ve papatya kafa bir yaratık var. Bir diğer tarafta da olayların ortasında kalakalmış 5 adet masum yavru. Bu ufaklıklar o kadar iyi rol kesiyor ki, insanın Cihangir’e inip iki turlayası geliyor. Tam “Elin bebeleri ne işler yapıyor bizim oyuncu tayfasının haline bak, meh meh” demelik performanslar var ortada. 2011- 2012’li tiplerden bahsediyoruz. Hele “Eleven” ve “Dustin” rollerindeki iki insan yavrusu var ki, nice oyuncu adayını meslekten döndürür.

Winona Ryder’ın da muhteşem bir performansla arz-ı endam ettiği dizi, bu yılın en çok konuşulan işleri arasında çoktan yerini aldı. Bi yerlerden başını sonunu duyma ihtimaliniz çok yüksek, yol yakınken ilk 8 bölümü paket halinde izleyip bitirin deriz.

5. Kampen om Tungtvannet

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181915-1.

Yine o sevdiğimiz tınlama: Kuzey ağzı. Ne özentiymişsin arkadaş dediniz ama adamların dili, kültürü kaç senedir yükselişte. Özeniyorsak bir sebebi var. Biz de yapalım, bize de özenirim bence.

Dizimizin konusu aşırı şekilli. II. Dünya Savaşı esnasında yaşanan belki de savaşın gidişatını belirleyen gerçek bir olaya şahit oluyoruz. Naziler atom bombası geliştirme aşamasındalar. Bunun için “Ağır Su denilen ve yoğunluğu bildiğimiz h2o’dan daha fazla olan maddeye ihtiyaçları var. Bu maddeyi üreten Norveç’teki bir fabrika Nazilerin kontrolünden alınmalı ya da imha edilmelidir.

Almanlar, Norveçliler, İngilizler ve Fransızlar’ın karıştığı olaylar zinciri tarihsel boyutu itibariyle hayli ilgi çekici ilerliyor. Bunun yanında bir de Werner Heisenberg ve Niels Bohr gibi fizikçilerin atom bombası geliştirme aşamalarındaki rollerine şahit oluyoruz. Etik, bilim, vahşet gibi konular iç içe geçerken, Norveç’in karlı dağlarında bir komando timi “Ağır Suyun” Almanların eline geçmesini önlemeye çalışıyor.

6. London Spy

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181916-1.

Adam büyük oyuncu. Ben Whishaw’dan bahsediyoruz. İngiliz mini seri London Spy, ünlü aktörün neden günümüz yıldızları arasında farklı bir basamakta durduğunun kanıtı gibi. Whishaw’un Freddie Mercury biyografisinde ölümsüz ismi canlandıracağını duyduk, o günden beri bekliyoruz. O güne kadar idareli kullanalım;çünkü London Spy adına elde sadece 5 bölümümüz var.

Dizide isminden belli güzel Londra kareleri izliyoruz. Yağmurlu, gri, koca koca taş bloklu, köprülü, nehirli, siyah taksili... Ortamın şiirselliği ve İngilizliği bazen 2010 tarihli güzellik “Never Let Me Go”yu andırıyor.

Londra gece hayatında gezinen bir romantik olan Danny’nin karşısına bir gün Rus Ajanı kılıklı (Edward Holcroft) genç ve edeleli bir çocuk çıkar. Bu arkadaş, Ivan Drago’nın kolej görmüş hali gibi bir tiptir. İkili birbirlerine çılgınca tutulur. Dizinin adında Londra olduğu gibi malum bir de Spy var. Yani işin içinde İngiliz gizli servisi MI6 karışır. Gerisini keşfetmek size kalmış. Biz izledik, hayli beğendik.

7. Making a Murderer

bunlar-diziyse-bizdekiler-ne-dedigimiz-7-muhtesem-dizi-181917-1.

Gerçek bir olaya dayanan Steven Avery’nin tüyler ürperten belgeseli. Avery, 1985 yılında tecavüz ve cinayetten yargılanır, suçlu bulunur ve hapse tıkılır. 18 yılını hapiste geçirdikten sonra DNA testiyle suçsuz olduğu anlaşılır ve serbest bırakılır. Avery serbest kaldıktan sonra sorumlular aleyhine bol sıfırlı bir dava açar, ancak 2 sene sonra bir kadını öldürmekten tekrar tutuklanır.

Her bölüm 1 saat, toplam 10 bölüm. The Night Of izlerken adalet sistemini sorguladık ama bu belgesel işin çok daha öte tarafına odaklanıyor. Yaşananlar gerçek ve baştan sona şok edici. Arka arkaya izlemeyiniz. Bölümler arasına zaman, mesafe koyunuz. Arada parklara gidiniz, çocukları, kuşları, kedileri seviniz.