Herkese casus, ajan, vatan haini diye saldıranlar var ya, hani; işte, bunlar ‘vatan haini’ bile olamazlar.

Bunlar ‘vatan haini’ bile olamazlar; zira, bunlarda ‘vatan’ kavramı yoktur ki, vatana ihanet etsinler. Bunların vatanı yoktur ki, onu hayvancılık, tarım, zenaatkârlık ve sanayileriyle şenlendirip zenginleştirsinler: Fetih peşindedirler.

Fetih, yani başkalarının yerine yurduna, evine toprağına, malını mülküne, varlığına zenginliğine, çoluğuna çocuğuna, karısına kızına kaba kuvvetle el koyup kullansın, işletsin, satsın.

Fetih, tabiî ki alçaklıktır; ama, yarım bin yıl önce gerçekleşmiş, bir fethi aşağılamanın, o günün fatihlerinin ahfadını lanetlemenin bir anlamı ve de kıymet-i harbiyesi yok. Ancak, fethi kutlamanın da ötesinde yüceltmenin affedilecek bir yanı da yok. Haydi, fethi 500. yılında, an; bilemedin kutla. 550. yılı anmanın da iyi kötü bir anlamlı olabilir. Ama, ne 551, ne 561. yıl değil de 562. yılda kutlamak, hem de bütün devlet olanaklarıyla, üstelik de 29 değil 30 Mayıs’ta; ‘tarafsız’ ‘Cumhurbaşkanı’nının AKP propagandası yapabilmesi ve HDP mitingini gölgeleyebilmesi için: Siz ne ‘çakma’ ‘insan’larsınız.

Bunların her şeyi ‘çakma’, sahte…

Bunlar ‘vatan haini’ bile olamaz; zira, yukarıda da söyledik, bunlarda ‘vatan’ kavramı yoktur; ama, dolayısıyla ne insanlara ‘vatandaş’ olarak saygı/haklarını tanıma, ne de vatanseverliğin eseri.

Kendilerinde vatan kavramı ve vatanseverlik olmadığından, gözleri hep mi hep başkalarının vatanlarında, topraklarında olur: ‘Vatan tanımaz’ fetihçi siyasal İslamcının liberal kapitalist çerçevede cisimleşmesi, rantçı ‘kupon arazi’ avcısı şeklinde olur.

562. yılında fethi kutlamak ve de yeni fetihler peşinde koşmak: Bunlar, biz insanların yaşadığı her yeri, yani sokağımızdan yatak odamız veya mutfağımıza kadar her yeri, dar-ül harp olarak görürler; en iyi örneği Erdoğan olmak üzere insanları inançları, aidiyet ve mensubiyetleri üzerinden ayrıma tâbi tutup nefret objesi ve şiddet hedefi hâline getirirler; ne yiyip ne içeceğimize kadar karışma hakkını kendilerinde görürler.

Bunlar aynı zamanda seksoman/pedofil sapıklardır da: Mursi, en büyük idolleri, Mursi ise 9 yaşındaki kız çocuklarını evlendirme sevdalısı bir alçak insanlık düşmanıdır. Bunun tek müttefiki ise sadece Erdoğan değil, Anayasa Mahkemesi’nin ‘imam nikâhı’na meşruluk tanıyıp kız çocuğu tecavüzlerine, alçakça ve ikiyüzlüce adlandırmasıyla ‘çocuk gelin’lere vize veren 12 üyesidir: Sedef Kabaş’a musallat olan ‘savcı’ beni de unutmasın; bu pedofilist 12 hâkimin adını da unutmayacağım ve de kendisininki de dahil bu tür isimlerin unutulmaması için her şeyi yapacağım: İnsanlık düşmanı canileri unutmak, esas caniliktir.

Başka bir canilik de, “artık doktor efendi devri bitti”, “doktorun elini hastanın cebinden çekmek lazım” şeklindeki hezeyanlarıyla sağlık çalışanlarını yontulmamış, ezik ve haysiyetsiz haydutlara hedef gösterenlerin yaptığıdır. Bu arada, Pamukova ‘hızlandırılmış tren’ faciasında 41 insanın katledilmesinden sorumlu Ulaştırma Bakanı, TCDD Genel Müdürü ve dönemin “tren hızlı gitsin de nasıl giderse gitsin, ama bize şan olsun’ diye makinistleri yarım saat/45 dakika erkenden Ankara’ya vasıl olmaya zorlayan başbakan, mutlaka ve mutlaka idamla yargılanmalıdır.

Tamam, idam cezası kalktı; bu cezayı geri getirmek yerine gerek urgan parası, gerekse cellat ödeneğinden de kurtulmak üzere, Türkiye’nin ‘millî enerjisi’ adı altında sadece topraklarımızı değil, geleceğimizi de kanserijen radyasyona açan bu komprador katillerin, ülke çapında entegre bir dinamo/manyeto düzeneği aracılığıyla millî enerji üretmelerini mümkün kılacak bir sistem kurup ömür boyu ‘pedal basma’ ve/veya ‘manel (‘mano/manüel’ kökünden kalkarak, ‘pedalın elle hareket ettirileni’ anlamında şu anda uydurup Fransızca ve Türkçeye hediye ettiğim kelime) çevirme’ şeklindeki bir cezaya çarptırılmaları da, hiç de gözden ırak edilmemesi gereken bir çözümdür. Bu şekilde, eğer ‘adalet’ diyorsak, Karadon’dan Ermenek’e yüzlerce, binlerce iş cinayetinin baş sorumlusu bakanları da maden dehlizlerinde yakarak, dinamitle parçalayarak ve/veya suyla boğarak ‘güzel ölme’lerini sağlamak yerine hem daha insanca, hem de daha önemlisi ekonomik açıdan fevkelade rasyonel bir tecziye yöntemini hayata geçirmiş oluruz.
Yazılacak daha pek çok şey var; ama, şunu söyleyip bitireyim: Yarın, hangi gerekçeyle olursa olsun, HDP’ye oy vermeyenler, 2010 referandumunun gafil ve beyinsiz “yetmez, ama evet”çileri ve mürayi ‘boykot’çularından daha şerefli bir yere sahip olamayacaklardır Türkiye tarihinde.