Türk Meşrutiyeti’nin 100. yaş günü münasebetiyle “İstanbul dışı” birkaç intiba…

Bursa Valisi Mehmet Tevfik Bey, Sait Paşa’dan gelen telgrafı okuyunca önce gözlerine inanamadı, sonra bir daha okudu; Sait Paşa telgrafında, “Sadrazam tayin edilerek devletin başına geçtiğini ve Meşrutiyet ilan edildiğini” müjdeliyordu. Mehmet Tevfik Bey, o makamda bulunan birinin asla düşmemesi gereken bir gafletle derhal şehir meclisini toplayıp, yeni sadrazamdan henüz gelmiş telgrafı okudu ve ardından “Yaşasın Hürriyet” diye bağırdı. O bağırınca diğerleri de bağırdı ve sonra tek tek sarılıp öpüştüler.

 

Vali Bey oradan hızını alamayıp koşa koşa evine geldi, aynı müjdeyi eşi Naciye Neyyal Hanım’a da verdikten sonra, “Bundan sonra nasıl valilik edildiğini görecekler, Bursa’yı hürriyet içinde mamur hale getireceğim” diyerek odanın içinde bir aşağıya bir yukarıya heyecanla gidip gelirken karısına Meşrutiyet’in faydalarını anlatıyordu.

 

Ertesi gün Vali Bey sabırsızlıkla İstanbul postasını beklemeye başladı. Çünkü o gün gazeteler ilk kez sansürsüz çıkacaktı. Eşine,“Bak şimdi gör, artık gazetelerde şimdiye kadar neşredilmeyen nice hakikatler ortaya çıkacak” diyerek yeni gelen gazeteleri açtı. Hayret! Meşrutiyetten bahis yoktu, sadece Sait Paşa’nın sadaretine dair, o da küçücük bir haber vardı.

 

Buna fena halde sıkılıp gazeteleri odanın ortalık yerine fırlattıktan sona eşine, “Ya Meşrutiyet gelmemişse; ya bu bir düzenden ibaretse ben mahvoldum” dedi.

 

Vali Bey ve eşi Naciye Neyyal Hanım o geceyi, tek lokma bir şey yemeden sabaha kadar uykusuz geçirdiler. Düşündükçe ikisini de evham bastı. Öyle ya; bu Sait Paşa Meşrutiyet düşmanı değil miydi? Halbuki yerine geçtiği Sadrazam Ferit Paşa, “Meşrutiyet ilan etmezsek Balkanlar’ı kaybederiz” dememiş miydi? Ne oluyordu böyle? Kuzu kurda mı teslim ediliyordu? Böylece sabahı ettiler. Neyse ki ertesi gün Bursa İttihat ve Terakki Kulübü’ne Merkez-i Umumi’den gönderilen bir telgraf yüreklere su serpti. Evet, Meşrutiyet ilan edilmiş, memlekete hürriyet gelmişti.

 

O gün Bursa Valisi Mehmet Tevfik Bey’i hükümet konağında pek çok insan tebrike gelmişti. Bu yetmemiş gibi ertesi gün de toplaşan halk, bilir-bilmez “Yaşasın Hürriyet, kahrolsun istibdat” diye bağırış gürültü Vali Bey’in evine gittiler. Gürültüye ayaklanan karı-koca, kapının önünde giderek büyüyen kalabalığı pencereden endişeyle izliyordu. Bu sırada omuzlara alınan biri hürriyetten bahsetti, Meşrutiyeti, Vali’yi övdü. O zaman Mehmet Tevfik Bey’e de kapıya çıkarak gelenlere bir nutuk atması farz oldu. Naciye Neyyal Hanım alkıştan, ıslıktan kocasının ne dediğini duyamadı. Sonra bir Kuran getirdiler. Vali Bey bir elini Kuran’a koyarak Meşrutiyet’e sadık kalacağına dair imanı ve namusu üzerine yemin etti.

 

Konuşması bittikten sonra herkes birer birer gelip hürmetle elini öptü. Vali Bey’in önünde adeta bir resmigeçit yapılıyordu. Derken birkaç genç subay geldi ve Vali’yi içeriye davet ettiler, kapıları kapattırdılar. Meğer bu gençler Cemiyet mensubuymuş ve Mehmet Tevfik Bey’i istibdat taraftarları tarafından yapılabilecek muhtemel bir tecavüze karşı korumak için böyle davranmışlar.

Vali Bey genç subayları savuşturduktan sonra eşinin yanına döndü, “Aman hemen ellerimi yıkamalıyım, o kadar çok kişi öptü ki!” deyip lavaboya koştu. Sonra o gün gelen İstanbul gazetelerini açtı. Nihayet endişe bertaraf olmuştu, sanki dün susanlar onlar değilmiş gibi bugün tüm gazeteler dört kol çengi, zil takmış oynuyordu.

 

O gün gazetelerde Meşrutiyet kutlamalarının yanı sıra bir haber daha dikkat çekiciydi: “İstanbul hapishanelerindeki siyasi mahkûmlar ile adi mücrimler salıveriliyorlar.” Bu haber Bursa’da heyecan yarattı. Hapishanedekiler “Biz de çıkacağız” diyerek vaveylaya başladılar. Bazı subay ve jandarma kumandanları da mahkûmlara arka çıkıyordu. “Mademki Payitahttakiler salıveriliyorlarmış, biz de buradakileri serbest bırakalım, zaten hapishane binası sağlam değil, sonunda kapıları filan kırıp çıkarlarsa daha fena olur, elimizde bunlara mani olacak asker de yoktur” dediklerinde, Vali Mehmet Tevfik Bey, “Bu hususta acele etmeyelim. Ben Babıâli’ye yazarım, belki de oradan bunların salıverilmesi için bir emir gelir” dediyse de dinleyen olmadı. Neticede halk İstanbul’da yapıldığı gibi hapishanelere hücum ederek mahkûmları serbest bıraktırdılar. Kanlı katiller de dâhil olmak üzere, bunların cümlesi sokaklara döküldü.

 

Bursa’da Meşrutiyet’in ilanını takip eden günlerde gayet sansasyonel bir de cinayet işlendi, cinayet ne kelime, linç vakası yaşandı. Abdülhamid’in eşlerinden birinin kopuk bir akrabası vardı: Fehim Paşa derlerdi ona. Beyoğlu, Galata başta olmak üzere, ordu gibi çetesiyle İstanbul’u haraca bağlamıştı. O kadar gemi azıya almıştı ki, nihayet Abdülhamid dahi ondan rahatsız olunca, Bursa’ya sürgün edilmişti. Ama huylu huyundan vazgeçer mi; o burada Bursalılara da kan kusturuyordu. İşte bu Fehim Paşa Meşrutiyet’i işitmiş, halkın gazabından kaçmak için delik ararken, Yenişehir civarında görülmüş, önü kesilip süslü arabasından alınarak oracıkta param parça edilmişti.

 

Bursa hapishanesinin resmi emir gelmeden ve kendisine rağmen boşaltılması ve ardından Fehim Paşa’nın adliyeye teslim edilecek yerde, hemen orada icabına bakılması Vali’yi endişeye gark etmişti. “Bundan sonra nasıl valilik edildiğini görecekler, Bursa’yı hürriyet içinde mamur hale getireceğim” diyen Vali Bey, Meşrutiyet’in ilanından birkaç gün sonra istifaya zorlandı. Yerine Cemiyet’ten torpilli biri tayin edildi. Mehmet Tevfik Bey ile Naciye Neyyal Hanım’ın Meşrutiyet’e olan inancı Hürriyetin ilan edildiği tarihten sona erdi.

 

Taş Mektep Sergisi hakkında önemli bir açıklama:

 

Geçen Pazar BirGün’de verdiğimiz bir haberde, Büyükada’da İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Derneği’nin düzenlediği etkinliğe katılanların tam listesini yer darlığından verememiştik: O yüzden Alp Uçar, Ayşe Müfide Aksoy, Barış Karayazgan, Çetin Pireci, Hayri Karay, Işık Tüzüner, İbrahim Koç, Lale Çavuldur, Sait Adalı, Sevgi Karay, Zeynep Güldoğdu, Keiko Nonako ve diğer sanatçılardan özür dileriz.