Bugün 23 Nisan.

Yüce Atatürk ve arkadaşları tarafından 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM’nin 100. yıldönümünü kutluyoruz.

Emperyalist işgale karşı çıkmak, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak ve ülkemizde yeni kurulacak Cumhuriyetimizin parlamenter demokrasiyle yönetileceğini ilan etmek adına atılan bu ilk adımın üzerinden tam 100 yıl geçti...

O ilk adımın atıldığı an kadar heyecanlı ve mutluyuz…

Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olduğunu ilan eden bu büyük bayram kutlu olsun!

Koronavirüs salgını nedeniyle evimizde, balkonlarımızda, pencerelerimizde coşku ve sevinçle laik demokratik Cumhuriyet’in ilk adımını anarken, birileri, ulusun egemenliğinin gerçekleştiği en yüce çatı olan TBMM’ye, hem de kuruluşunun 100. yılında “Milletvekilleri gelmese de olur!” diyebiliyor.

Üstelik bu açıklamayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hasbelkader başkanlığını yapan zat söyleyebiliyor! Tam bir aymazlık…

En ufak bir nezaket, zarafet, asalet, geçmişe vefa, halka saygı göstermeden oturdukları koltukların, hiç olmazsa bilincinde olacakları düşüncesiyle, takınılan bu tavrın ne denli hatalı olduğunun altını çizmek isterim.

Aslında iyi niyetle yapılan eleştirilerin, bağnaz kafalarca pek algılanabileceğini de beklemiyorum!

Çünkü bugün iktidarda olanlar, Atatürk ve arkadaşlarının “Akıl ve halkla birlikte kurdukları” laik demokratik Cumhuriyet’in özüne karşılar!

Bir rövanş anlayışıyla iş başına geldikleri günden itibaren, Kurtuluş Savaşı’na, antiemperyalist Cumhuriyet’e, çağdaş kurucu ilkelere, başta harf ve kadınların seçme ve seçilme hakkı olmak üzere yapılan tüm devrimlere, hilafet ve hanedanlığın kaldırılmasına ve de Tevhidi Tedrisat yasasıyla bilime dayalı bir eğitim/öğrenim politikasına geçilmesine kısaca, aydınlanma dönemine karşı olduklarını, aralıksız beyan ediyorlar!

Halkına ve yurttaşına saygı duyan ülkeler, asırlık kurumlarına sahip çıkarlar. Bilirler ki sahiplenmek vefa göstergesi kadar kurumsallaşmanın tanımıdır!

Egemenliğin kalıcı olması, kurumsallaşmanın köklü olmasıyla eşdeğerdir!

Kurumlara ve ülkelerin geçmişine saygı duyulması, geleceğin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağlar…

Gelenek, çağın getirdiği değişime uygun hale geldikçe, toplum tarafından yaşam biçimi olarak kabul gördükçe, gelişimin önderi olur.

21. yüzyılda hâlâ, belinde kılıçla, ok atarak ata binen bir yaşam biçimini topluma sunmaya çalışmak, muhafazakarlıktan ziyade geçmişte kalmak ve çağı anlayamamaktan başka bir şey değildir!

Hele bir de bindiğiniz o attan düşerseniz…

Mütedeyyin kişilik çağa karşı olmak demek değildir!

Aksine inancı tam olan ve aynı zamanda modern dünyaya uyum sağlayandır!

Her iki nitelik birbirini tamamlayan insani değerlerdir!

Ulus, ülke, yurttaş, inanç, özgürlük, haklar ve eşitlik tanımları çatışan kavramlar olamaz…

Farklılıklar zenginliği, dayanışma da gücü oluştur!

Bu bilinç modern, laik demokratik Cumhuriyetimizin temel taşlarıdır.

Sosyal hukuk devleti çağdaşlığın göstergesidir.

Mevlana’nın hoşgörüsü, Yunus Emre’nin sevgisi, Pir Sultan Abdal’ın mücadelesi, Hacı Bektaşı Veli’nin akılcılığı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimciliği ile yoğrulmuş laik Cumhuriyet’in temel kurumu olan TBMM’nin 100. yılı maalesef hak ettiği görkemde kutlanamıyor.

Çünkü Cumhuriyet’in değerlerine karşı olan AKP iktidarı, bilinçli olarak ulusal gün ve bayramları yok sayma alışkanlığını sürdürüyor!

Görülen o ki; BOP eş başkanlığından ılımlı İslam devletine geçiş provaları yapan bir anlayışın, yıllardır yurttaşlarımıza çektirdiği çile, demokratik gelenekleri görmezlikten gelen buyurgan yönetimi ve hukuk tanımaz davranışı insanlarımızı yeterince yordu.

Koronavirüs salgını iktidarın ekonomik, sosyal ve siyasal gücünün sanal olduğunu ortaya çıkardı. Popülist siyasetle güçlü devletin içinin yandaşlar adına boşaltıldığı, gerçek ötesi algı bombardımanıyla oluşturulan pembe Türkiye’nin aslında yapay olduğu açığa çıktı!

“Türkiye’yi ambulanslarla biz tanıştırdık” sözleriyse AKP iktidarının artık denge ve sağduyusunu da kaybettiğini gösteriyor.

Bu nedenle, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı buruk bir sevinçle kutluyoruz.