Eğer kurulu düzen, ezilenlerden, eşitlik, özgürlük ve demokrasiden yana değiştirilmek isteniyorsa muhalefet ile iktidarın tartışma yapmadan uzlaştıkları alanları sorgulamanın oldukça verimli olduğunu düşünüyorum. Genellikle millilik, ulusal çıkar, milli dava vs. kavramları etrafında oluşur böyle uzlaşılar. Bu bağlamda son uzlaşı da S-400 alımı üzerine oluştu. Bu konuda ihmal edildiğini düşündüğüm bazı noktalara değinmek istiyorum. Öncelikle eğer […]

Eğer kurulu düzen, ezilenlerden, eşitlik, özgürlük ve demokrasiden yana değiştirilmek isteniyorsa muhalefet ile iktidarın tartışma yapmadan uzlaştıkları alanları sorgulamanın oldukça verimli olduğunu düşünüyorum. Genellikle millilik, ulusal çıkar, milli dava vs. kavramları etrafında oluşur böyle uzlaşılar. Bu bağlamda son uzlaşı da S-400 alımı üzerine oluştu.

Bu konuda ihmal edildiğini düşündüğüm bazı noktalara değinmek istiyorum. Öncelikle eğer bütünlüklü ve tutarlı anti emperyalist ve bağımsızlıkçı bir ideolojik çizginiz yoksa yalpalar durursunuz. S-400 sürecinde de bu yaşanıyor.

Tüm çaba ve birikimleri Erdoğan ve AKP’nin akıldışı hamlelerine bilimsel kılıflı gerekçe uydurmak olanlar da epey mesai yapıyor şu sıralar. Mesela S-400’lerin “asıl düşman” ABD’ye karşı alındığını söylüyorlar. İyi de bizzat Erdoğan ve Trump S-400 tercihinin ABD’nin Türkiye’ye Patriot sistemi satmaması üzerine yapıldığını söylemediler mi? Yani Obama Patriot satmış olsaydı ne S-400 olacaktı ne de bu alım üzerinden kurulan sahte anti emperyalizm efelenmeleri. Zaten Beyaz Saray sözcüsü “ABD, Türkiye ile stratejik ilişkisine halen çok değer vermektedir. NATO müttefikleri olarak ilişkilerimiz çok katmanlıdır ve sadece F-35’lere bağlı değildir. Silahlı kuvvetlerimiz arasındaki ilişki güçlüdür. Türkiye ile yoğun bir şekilde iş birliği yapmaya devam edeceğiz” şeklinde açıklama yaptı. Bizim Dışişleri Sözcümüz ise “Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın G20 Zirvesi sırasında yaptıkları görüşmenin içeriği ve ruhuyla bağdaşmıyor… ABD’nin S-400 sisteminin F-35 sistemlerine zarar verebileceği konusundaki endişelerini gidermek üzere NATO’nun da dâhil edilebileceği teknik bir çalışma grubu kurulmasını önerdik “ dedi. Yani, “Aşk olsun Trump! S-400’ler valla billa F-35’e zarar vermiyor!” tadında bir açıklama. Zaten NATO üyeliğinin devam ettiğini belirtmeye gerek yok. Mecburiyetten ve rastlantısal anti emperyalizm olursa bu kadar olur!

Bu açıklamalar S-400 tercihinin dış politikada Avrasya’ya doğru bir eksen değişikliğine işaret ettiği hayalini görenleri de uyandırmış olmalı. S-400 alımına dair en ilginç gerekçelendirme ise bu sistemin 15 Temmuz benzeri iç tehditlere karşı da kullanılacağı iddiası. GLADİO’yu, ABD ve Fetullah ilişkisini sorgulamadan, 15 Temmuz’a giden süreçteki sorumlulukları ortaya koymadan, benzer örgütlenmelere baştan engel olmak varken, kendi savaş uçaklarına karşı S-400 almak paranoyayı aşan bir akıl yitimi olsa gerek.

Teknik boyutu üzerine çok yazıldı çizildi ama, ABD’nin Irak’ın işgali sırasında, Irak’ın elindeki Fransız füze sistemlerinin ve Batı tarafından kurulan hava savunma sisteminin programlardaki yamalar/arka kapılar (back door) aracılığı ile devre dışı bırakıldığı iddialarını hatırlatırım. Benzer hava savunma sistemlerini üreten hiçbir ülkenin teknoloji transferine yanaşmadığı da bir vakıa.

Rusya’da tartışılmış: Bir NATO ülkesi olan Türkiye’ye S-400 satışı kendileri açısından bir zafiyet yaratır mı? Bu kaygı Rus yetkililerce “sözleşmeye” atıfla giderilmiş: Tüm servis işlemleri Rusya tarafından yapılacak, sisteme izinsiz müdahaleler uzaktan tespit edilebilecek, hatta dost/düşman ayırt etme sistemi bile Rusya tarafından yapılandırılacak. Tabii “sözleşme” içeriği bizce bilinmediği için bu iddialar spekülasyon olarak kalıyor.

Tam burada asıl önemli yere geliyoruz: Bütçe hakkı ve TBMM’nin fonksiyonu. Üzerine bu kadar konuşulan, ülke savunması için büyük yaptırımlar göze alınan bu sistemle ilgili parlamentonun belirleyiciliği nerede ise sıfır. Milli Savunma Komisyonu’nda tartışılmamış. İhtiyat akçesine bile el atıldığı bir kriz döneminde F-35 maliyeti ile birlikte değerlendirilince milyarlarca dolarlık bir harcama yerinde mi sorgulanmamış.

Tabii ki söz konusu olan vatan savunması ise her türlü risk ve fedakârlık göze alınmalıdır. Ama pazarlıkçı, lümpen dış politik hamlelerin yanlış bir millilik hezeyanı üzerinden muhalefetin paralize edilmesine de izin vermemeliyiz.

İşsizlik intiharlarının arttığı bir dönemde asıl vatanseverlik, eğitime, sağlığa, gıdaya harcanabilecek devasa kaynak kime karşı, ne zaman kullanılacağı, hatta düğmesinin kimin elinde olacağı belli olmayan silahlara harcanıyorsa bunun sorgulanmasıdır.