Ülkede işsizlik, enflasyon, büyüme vb çoğu makroekonomik gösterge olumsuz bir tabloyu işaret ederken, bunların içinden bir bütçe vaziyeti ortaya çıkıyor ki, gelirin gideri karşılayarak fazla verdiği nadir göstergelerden biri olarak ‘ayrıcalıklı’ yerini korumaya devam ediyor.

Avrupa bölgesinde halkı derin bir yoksulluğa iten “kemer sıkma” uygulamaları ile kamuoyunda yer bulan mali disiplin uygulaması, esas olarak Türkiye’de çok daha ağır ve acımasızca uygulanıyor. Özellikle Türkiye gibi dış kaynak bağımlılığının derinleştiği ülkelere IMF ve Dünya Bankası tarafından enjekte edilen bu program son 13 yıldır AKP yönetimi tarafından başarıyla sürdürülmekte. Kamu bütçelerinde fazlayı tutturabilme hedefleri, dolaylı vergiler üzerinden ücretlilere fatura edilerek ve sosyal harcamaları daraltarak gerçekleştiriliyor.

Oysa büyümenin nicel ve nitel olarak gerilediği, çalışanların yaşamlarını sürdürebilmek için borç batağına çekildiği bir ekonomide, kamu bütçesinden toplumsal yarar sağlamak amacıyla yapılan yer yatırımın hem refah seviyesine, hem sanayi üretimine, hem de niceliksel büyümeye katkı yapacağı açıktır. Ne yazık ki ülkemizde böylesi bir uygulamayı bırakın, böylesi bir anlayış bile yer almamaktadır.


Son açıklanan verilere bakalım, ağustos ayında bütçe3.6 milyar TL fazla verdi. Vergi gelirleri yüzde 19 artarken bu kalemler arasında Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12,2’lik bir artış kaydetti. Merkezi Bütçe Kanunlarında da açıkça görüleceği üzere, ülkemizde bütçe gelirlerinin ağırlıklı bir kısmı KDV ve ÖTV üzerinden emekçi sınıflardan elde edilmektedir. Vergi gelirleri bütçe gelirleri içinde yüzde 85’lik bir paya sahipken, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payı yüzde 70’lerdedir. Avrupa’da yaklaşık yüzde 30’lar dolayında olan bu payın Türkiye’de 70’lere fırlaması, mal alım satımı üzerinden alınan bu vergilerden bir bütçenin finanse edildiğini ortaya koymaktadır. Oysa adaletli vergi sistemlerinde ağırlık gelir, servet, kazanç üzerinden alınan vergilerde, gelirine ve kazancına göre alınan paylardadır.
Harcamalar yönüne bakıldığında ise, faiz dışı öngörülen ödeneğin sadece yüzde 8,2’sinin kullanıldığı görülüyor. Personel, mal ve hizmet satın alımı ve cari transferlerden neredeyse oluşan bütçe harcamaları, kamunun rutin giderlerini oluşturuyor. Eğitim ve sağlık gibi harcamaların payı ise gün geçtikçe eriyor. Örneğin eğitim harcamalarının bütçe içindeki payı kâğıt üzerinde 2015’ten 2016’ya 62 milyar TL’den 74 milyar’a çıkmış gözükse de, doğrudan personel harcamalarını çıkardığımızda eğitime yapılan yatırımın nasıl da un ufak edildiği ortaya çıkıyor. Eğitime yapılan yatırımın payının 2002’de yüzde 17’lerden bugün yüzde 8’lere geriletilmesi, gericileştirilen okullardan az da olsa uzak durmak isteyen velilerin özel okullara devlet eliyle sürülmesini açıkça ortaya koyan bir gerilemeyi temsil ediyor.

Sağlığa gelince, Sağlıkta Dönüşüm Programları sonucu sağlık bir kamusal hizmet olmaktan nerdeyse çıktı. Ülkemizdeki gelir dağılımı eşitsizliğindeki uçurum ve sağlığa yapılan kamusal yatırımların yokluğu göz önünde bulundurulursa, temel insan haklarından biri olan sağılığa nüfusun büyük bir çoğunluğunun erişemediği ortadadır. Velhasıl bütçe gerçekleşmelerine bakıldığında yıldan yıla sağlık harcamalarında az da olsa bir miktar artış görülecektir. Bu artış, nitelikli bir sağlık sistemi kapsamında yorumlandığında son derece yanıltıcıdır. Sağlıkta kamu harcamaları koruyucu sağlık hizmetlerine ve halk sağlığına yönelik harcanmamakta, daha maliyetli olan tedavi edici sağlık hizmetlerine ayrılmaktadır. Diğer bir ifadeyle sağlığa aktarılan paralar ilaç şirketlerine, “sağlık teknolojileri çöplüğüne” dökülmektedir. 2015 yılından 2016 yılına halkın kendi cebinden yaptığı sağlık harcamalarındaki yüzde 20’ye yaklaşan artış, sağlıktaki maliyetin yükünün halka yıkıldığının kanıtıdır.

Kamu bütçesi gelir ve giderlerinin dağılımı, ülkemizin içinde bulunduğu eşitsiz, kayırmacı ve karanlık durumu özetlemektedir. Gelirlerin emekçiden adaletsiz bir şekilde ağır vergilerle toplandığı, paranın kayırılan sermayeye aktarıldığı bir düzenin bilançosu niteliğindedir. Burada verilen her fazla adaletin daha da aşağıya çekildiğini göstermektedir.