Dışarıda kar aynı hızda yağıyordu. Adamla kız sessizliğe saklanan sesleri dinler gibi sustular bir süre

Bütün hüzünlü hayvanların anası

FADİME USLU

“Benim hiç arkadaşım yok,” dedi kız. “Aslında vardı. Ama araya mesafeler girdi. Benim mesafelerim.”

“Nasıl yani, ” dedi adam, “beni arkadaşın olarak görmüyor musun?”

“Öyle değil. Senin yerin çok farklı.”

Salondaki üçlü koltukta oturuyorlardı. Tan henüz ağarmıştı ama dışarısı içeriden daha aydınlıktı. Sessizliğin sesiymiş gibi tembel bir kar yağıyordu. Çatılar ipince örtüyle kaplanmıştı. Sokakta hiçbir şey birikmiyordu. Yollar açıktı. Sehpanın üstündeki gazetenin katlanmış sayfasında kâinatın en güzelinin Las Vegaslı bir melez seçildiği yazıyordu.

Yolların açık olmasına seviniyordu adam. Yaklaşık iki saat sonra kızın evinden gidecekti. Uzaklaşacak, dünyasına çekilecekti. Ödenmemiş faturaları yüzünden kaygılanacaktı. Başka dertleri de vardı, anlatmaktan hoşlanmazdı.

“Aradığın, bana anlatmadığın şeylerin gerçekte ne olduğunu bir bilebilsem,” dedi kız.

Adam bir başkasının yükünü taşıyamayacak kadar yorgun görünüyordu. Kızın kırgınlığından sorumlu olmak istemiyordu.

Kızın tekir kedisi köşedeki tekli koltukta yatıyor, adama bakıyordu. Sorgulayan, rahatsız edici bir bakıştı bu.

“Yıllardır aradığım, sonunda bulduğum dünyamsın,” dedi kıza, “gerçeğim sadece sensin.” Uzanıp belini okşadı, dudağını öptü. Bir yandan da kediyi kolluyordu.

“Akşamdan beri gözü senin üzerinde,” dedi kız. “ O da özlemiş. Burada kalsan, hiç gitmesen.”

“Keşke mümkün olsa.” Adamın sesi solmuştu birden.

Kız doğrulup, “Birer kahve daha içer miyiz?” diye sordu.

“Peki,” dedi adam. Öylesine söylemişti. Yapabilecekleri başka şey yokmuş ya da kalmamış gibi. Kız ayağa kalkarken ağlamaklıydı. Kızın ağlamaklı olmasından kendine pay çıkarıp çıkamaması gerektiği düşüncesi gelip geçti aklından.

Pencerenin ardında iki güvercin narin kar taneleriyle eğleniyorlarmış gibi takla ata ata uçuyorlardı. Biri beyaz, ötekinin siyaha çalan kanatları vardı ama kesinlikle siyah değildi.

Kahve makinesinin sesi duyuluyordu. Bir dolap kapağı hızla açılıp kapandı. Kız kapıda belirdiğinde fincan tabakları sarsılıyordu. Sehpada yer açtı adam. Gözü gazeteye takıldı. Kâinat güzeli tacına dokunurken yanaklarına birkaç damla sevinç gözyaşı süzülmüştü.

“Peçete getireyim,” diyerek geri döndü, tabaklara kahve dökülmüştü. Kedi yere atladı, kızın peşinden gitti. Bacağına doğru sıçrıyor, kesik kesik miyavlıyordu.

Peçete yerine bir tabancayla girdi salona. Avucuna sığmıyordu.

“Bunu götürmeni istiyorum. Uzaklaştır benden. Toprağa göm. Çöpe at. Neyi istersen onu yap. Ama bu evde kalmasını istemiyorum artık.”

“Bu da nerden çıktı.”

“Babamındı. Onunla bir köpeği vurdu. ”

Kedi, kızın ayağının dibinde yakarırcasına miyavlıyordu. Tabancayı sehpaya bırakıp yeniden mutfağa döndü. Üstünde de en az kendi kedisi kadar tombul bir kedi resmi olan konserve kutusunu açtı. Koridordaki mama kabına teneke kutudan bir kaşık somon balığı ezmesi koydu. Sonra konserve kutusunu bıraktı yere.

Tabanca bir köpeği öldürmüşe benzemiyordu. Kızın babasının eskiden albay olduğunu biliyordu adam. Bunu sık sık dile getirmişti. Otorite ya da korku salmak için kullanılmış soğuk nesne sehpanın ortasında duruyordu.

“İşe gitmesem,” dedi kız. “Her şeyi yeniden konuşsak.”

“Ama gitmelisin. Çocuklar seni bekliyor.”

Hastanedeki çocuklar kızı bekliyordu. Neşeli görünmeli, onlara umut vermeliydi. Öğrencileri lösemili çocukların durumu hiç iyi değildi. Ama yine de çarpmanın, ileriye doğru ritmik saymanın kısa yoldan yapılışı olduğunu öğretecekti. Adam kahvenin yanında en azından minik bir kadeh likör içmeyi arzuluyor, bunu kıza söyleyemiyordu. Bileğindeki saate baktı.

“Vaktimiz var,” dedi kız, “biraz daha vaktimiz var.”

Fincana uzandı adam, bir yudum aldı.

“Geceleri uyuyamıyorum,” dedi kız. “Yüreğimin üzerine çöreklenmiş bir yılan var. Ben ağlayınca onun da gözlerinden yaşlar fışkırıyor. Daha çok ağladıkça içine doğru çekiliyor. Sonra sadece kabuğu kalıyor geriye. Gözlerimi kapar kapamaz yılanı görüyorum, gözünü dikmiş bana bakıyor. Korkuyorum, her şeyden korkuyorum. Benden uzaklaşmandan, aramıza görünmez bir mesafe girmesinden korkuyorum. Dışarıda ne zaman patlayacağı belli olmayan bombalardan korkuyorum. Tabancanın evde kalmasından korkuyorum. ”

Fincanı bıraktı. Avuçlarıyla kızın kulaklarını, ensesini okşadı adam. Kız kahveye dokunmamıştı bile.

“Babam o köpeği vurduğunda küçüktüm. Onun da küçücük yavruları vardı. Ormanlık bir alanda kamptaydık. 23 Nisan tatiliydi ama dağda hava çok soğuktu. Kızıma doğayı öğreteceğim diye tutturmuştu babam. Sabah erkenden bu keşif gezisine çıkmıştık. Nasıl heyecanlanmıştım anlatamam. Soğukta uzun yürüyüşe çıkmamız anneme göre çılgınlıktı. Babamın yanındaydım. Annem geride kalmıştı. Babam durdu, dikkat kesildi, ileride tavşan var, dedi. Çalıların arasında hareketlilik oldu, babam tabancasını çekip ateşledi. Duyduğum tiz viyaklamalar kulağımda hâlâ. Orada, çalıların arasında tavşan yoktu. Köpek iriydi, titriyordu. Yavruları annesinin başından uzaklaşamıyordu. Yavrulardan biri can çekişen köpeğin yüzünü yaladı. Uzun uzun yaladı. Sonra bana baktı. O anda köpeğe sarıldım. Aslında sarılmadım. Ama ona sarıldığımı hissettim. Yani annesinin başında bekleyen yavru köpeğe. Beni anlıyor musun, gerçekten anlıyor musun beni.”

Adam başını sallıyordu.

“Annem koşarak yanımıza geldi. Babam donmuş kalmıştı. Beni kucakladığı gibi sırtına aldı annem, uzaklaştık oradan. Köpekleri orada bırakmayalım diye anneme yalvardım. Birdenbire büyümüştüm sanki. Onlara annelik yapabilecek kadar büyümüştüm.”

“Çok zor olmalı,” dedi adam.

“Zor,” dedi kız.

Dışarıda kar aynı hızda yağıyordu. Adamla kız sessizliğe saklanan sesleri dinler gibi sustular bir süre. Kedi etrafında birkaç defa dönüp yeniden koltuğa kuruluncaya, her ikisine dik dik bakıp gözlerini kapayıncaya, başını virgül gibi kıvrılmış gövdesine gömünceye kadar.

“Gitmem gerekiyor,” diyerek ayağa kalktı adam, kapıya doğru yürüdü. “Sen de hazırlanmalısın.”

Kız susuyordu.

“Korkma,” dedi adam, “senin en azından bir işin var.”

Gözü botlarındaydı.

“Tabanca!” dedi kız, adam parkasını giyerken.

Hiçbir şey demedi adam. Çıkmadan önce yanaklarından öptü kızı. Sadece yanaklarından.