Hıfzı Topuz, yazıyı bir iletişim konusu olarak ele aldığını belirterek, “Benim bir mesajım var, o mesajı iletmek istiyorum. O mesaj her zaman devrimci bir mesaj. O mesajı ben eskiden gazete yazılarımla iletiyordum, şimdi kitaplarımla iletiyorum. İstediklerimi genelde romanların kahramanları söylüyor. O kahramanların arkasında ben varım biraz, “diyor

‘Bütün insanları sevdim’

Kadir İncesu

Hıfzı Topuz’un belge ve anılara dayanan kitapları tarihimiz için her anlamda önem taşıyor.

Yalnızca Hıfzı Topuz’un anıları, gözlemleri olarak bakılmamalı bu çalışmalara… Tarihimizin önemli anları, kişileri yazdıkları… Elbette kitapları kurguyla bütünlenmiş, ancak okura hissettirdikleri kurgunun ötesinde…

Çalışma odasında, kapının hemen arkasında annesinin odasının duvarında uzun yıllar duran Tevfik Fikret’in büyük boy bir portresi dikkat çekiyor.

Kitaplar, Afrika’dan getirdiği masklar, resimler, fotoğraflar, objeler… Çok detaya girsem söyleşiye zaman ve yer kalmayacak…

Kitapları Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan Hıfzı Topuz ile konuştuk.


► Yazdığınız biyografilerde yaşamınız da var. Yaşamınızı ayrı bir kitap olarak yazmayı düşünüyor musunuz?
Yaşamım, anılarımı yazdığım birçok kitapta var. Başka bir açıdan bakalım. Benim yazı yazmaktaki amacım nedir? Ben yazıyı bir iletişim konusu olarak ele alıyorum. Benim bir mesajım var, o mesajı iletmek istiyorum. O mesaj her zaman devrimci bir mesaj. O mesajı ben eskiden gazete yazılarımla iletiyordum, şimdi kitaplarımla iletiyorum. İstediklerimi genelde romanların kahramanları söylüyor. O kahramanların arkasında ben varım biraz. Seçiyorum onları.

Beğendiğim, hayran olduğum kişileri örnek alıyorum. Nâzım Hikmet de, Sabahattin Ali de, Mithat Paşa, Tevfik Fikret de öyle… Hakkında dört kitap yazdığım Atatürk de öyle…

Bu kitapları yazarken, onların sevdiğim, beğendiğim taraflarını alıyorum ve kuru bir biyografi yazmaya kalkmıyorum. Bir şeyler ileten bir mesaj olsun istiyorum. O mesajda ben bir şeyler ileteyim, o mesajı okuyan etkilensin, bir tepki göstersin. O tepkiyi bana iletsin.

İmza günlerinde okuyucularımla konuşuyorum. Neden bu kitabı alıyorsunuz, beğendiniz mi diye soruyorum. Nelerin ilgilerini çektiğini, neler düşündürdüğünü öğreniyorum. Ben, mesajıma tepkilerinin ne olduğunu öğrenmeye, yakalamaya çalışıyorum. Onların ışığında yeni mesajlar iletmeye çalışıyorum. Bir mesaj verilmesi, onun alınması tepki gösterilmesi ve retro enformasyon ve ona göre yeni mesajlar iletmek… Devrimci bir açıdan mesajlarımı iletiyorum, bunlar eğlendirmek, hoşça vakit geçirmek için değil.

Toplumu bazı konularda aydınlatmak için…

► Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet kitaplarınızda kurgu var mı?
Sabahattin Ali’de var diyemem, çok az kurgu vardır belki… Ben Sabahattin’i tanıdım, bana anlattığı şeyler vardı. Onları derleyip toparladım, hayatını inceledim. Oradan yola çıktım, kızıyla konuştum. Sabahattin’de kurguya gerek yok.
Nâzım’da hiç yok. Paris’te Abidin Dino tanıştırdı Nâzım ile beni…
“Benim işlerim var, Nâzım ile sen ilgilen,” dedi. Oooh pekâlâ. Nâzım ile üç beş gün boyunca dolaştık. Küba’ya gitti, geldi. Konuşmalarını banda aldım. Gayet güzel geçti, buna ne ilave edeyim?

► Yıllar sonra Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin romanlarını yazarken neler hissettiniz?
Onlarla konuşurken yazmayı düşünmüyordum. Nâzım ile konuşurken, o zaman gazetelere onunla ilgili yazı göndermek imkânsızdı. Gazeteye yollarım demedim. Fotoğrafımız çekildi hasbelkader. Fotoğrafını çekeyim demedim hiçbir zaman…

Yazmayı düşünmüyordum, benim için bir sevinç, heyecan, mutluluk, kazançtı Nâzım’ı tanımak…

Yazar mıyım, yazamaz mıyım, basılır mı, basılmaz mı hesapta yoktu. Sonra Nâzım hakkında yüzden fazla kitap yazıldı. Fakat benim kişisel gözlemlerim, duygularım, anılar vardı. Bunları yazdım.

► Nâzım’ın hangi özelliği sizi çok etkiledi, iz bıraktı?
Nâzım ile tanıştık, kırk yıllık dost gibi kucaklaştık hemen… Hiç numara yapmadı. Tertemiz, şık, zarif bir adam… “Vay Hıfzıcığım” diyerek kucaklaştık. Önceden birbirimizi biliyorduk tabi…

Ben onu tabi ki tanıyordum, onun da beni bilmesine, tanımasına bazı olaylar vesile oldu.

Aramızda çok iyi bir iletişim kuruldu. Konuşmalarında çok güven veren bir insandı. Numarası yoktu, olduğu gibi içtenlikle anlatıyordu yaşadıklarını, gördüklerini…

butun-insanlari-sevdim-658800-1.

► Biyografileri yazarken ilkeleriniz var mı?
Var. Kuru biyograf i olarak ele almak istemiyorum, güncel taraflarını yakalıyorum. Bu biyografi bile bir mesaj iletsin. Benim için bugün de geçerli güncel, sıcak olaylar lazım. Ben onları seçiyorum.

► Her kitabınızın belgelere dayandığını görüyoruz. Bu belgeleri nasıl ediniyorsunuz?
Lise yıllarımdan beri belge toplamaya meraklıyım. Gazeteciliğe başladığım dönemde de devam etti bu toplama, zamanla arşiv haline geldi. Gazetedeki odam bir dokümantasyon merkezi oldu. Gazetecilikle birlikte bütün güncel olayları ayrı ayrı kutularda sakladım.
Evde de bu biriktirdiğim belgeleri dosyaladım. Bana gelen bütün mektuplar dosyalarda, hiç birisini atmadım. Zamanı geldiğinde de değerlendiriyorum onları…

Arşivim belgelerle dolu, onları değerlendirmesini, kullanmasını biliyorum. Bunları bir gün değerlendireceğimi biliyordum. Sakladım, zamanı geldiğinde de işe yaradı.

► Genç gazeteci arkadaşlarımıza da bir usta tavsiyesi…
Bir şeyi internette bulurum dememek lazım. Birçok şey internete girmiyor. Kişisel gözlemlerin var. Birisi sana bir şeyler anlatmış, yaz, sakla... Bunları internette bulamazsın bir daha…

► Hıfzı Topuz, için yazmak tan anlamıyla bir “tutku” olmuş diyebilir miyiz?
Doğru. Ben lisede öğrenciyken bir takım şeyleri yazıp saklıyordum. Hikâye denemeleri de yazıyordum. Bunları bir gün kullanırım diye saklıyordum, o zaman gazeteci olmak kolay değildi. Gazetecilik okulu da yoktu. Hukuka giderek genel kültür dersleri aldım, fakat kafamda gazetecilik vardı. Kapı kapı dolaşıp iş aradım, bulamadım.

Bir gün Tasvir’e gittim. Cihat Baban ağabeyimin sınıf arkadaşıydı. Çalışmak istediğimi söyleyince, “Yarın başla,” dedi. İstihbarat şefi beni Topkapı’da valinin toplantısına gönderdi. 1946’ydı galiba…

Ayrıntılı olarak yazıp verdim, ertesi gün gazetede bir fotoğraf altı olarak iki cümle yayınlandı. Nedenini sorduğumda, “Okumadık ki…Okunmaz öyle… Sen yazacaksın yazacaksın biz bakmadan çöpe atacağız. Alışırsın,” dediler. Bıraktım. Bir sene sonra da Akşam’da çalışmaya başladım.
Gazete satılınca ayrıldım, bir yıl kadar işsiz kaldım. O sürede gazetelere dışarıdan yazılar yazıyordum. Bir burs bularak Strasbourg’a gittim, UNESCO’da çalışmaya başladım. Kapılar bana açıldı.

► UNESCO’daki yıllarınız yaşamınızı, hayata bakışınızı nasıl etkiledi?
Çok önemli, çok… UNESCO’ya girdiğim zaman dünya görüşüm yoktu. Orada bütün milletlerden insanlar tanıdım. Dünyayı gezdim, Latin Amerika’ya gittim, bütün Afrika’yı gezdim. 25 kere kara Afrika, 15 kere de Kuzey Afrika ülkelerine gittim. Bana ufuklar açtı, çok insan tanıdım, gittiğim yerlerde öğrenciler yetiştirdim. Bütün insanları sevdim. Bütün insanları anlamaya çalıştım. Anladım da… Korkmadım kimseden. Bir sene Kongo’da kaldım. Benim için çok öğretici oldu.

► Gazeteciliğinizin yazarlığınızı etkilediğini söyleyebilir miyiz?
Kitaplarımı da röportaj gibi yazdım. Okuyucunun anlamayacağı sözcükleri kullanmadım, okuyucuyu sıkacak uzun cümleler kurmadım. Okuyucuyla aynı düzeyde kalmaya çalıştım. Ama ona bir şeyler vererek, vermeye çalışarak… Onlardan kopmak, uzaklaşmak istemedim. Akşam’da tutturduğum bu röportaj üslubunu yazarlıkta da sürdürdüm.

butun-insanlari-sevdim-658801-1.

► Hikâye denemelerinizden söz ettiniz. Yayınlandı mı o hikâyeler?
Hiç..

► Kitaplaştırmadınız da…
Hayır…

► Duruyordur mutlaka arşivinizde…
Sakladım ama Türkçem değişti bir defa… Eski yazılarıma bakıyorum, bir cümledeki 8 sözcükten yedisini değiştiriyorum. Bugüne uymuyor onlar. Bugünün Türkçesi 1953 yılından sonra olgunlaşmaya başladı.
1953’te Melih Cevdet’i aldım gazeteye, birlikte çalışmaya başladık. Melih Cevdet’in dildeki titizliği bana da sirayet etti. Muhabirlerden gelen haberlerdeki bütün Farsça, Arapça sözcükleri çıkarıp yerine Türkçe sözcükleri koyuyorduk.

► Melih Cevdet demişken, Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan “Anı ve Mektuplarıyla Melih Cevdet” kitabınızdan da söz etsek…-
Arşivimde Melih’in yüzden fazla mektubunu buldum. Bir göz attım, bunları değerlendirmek lazım dedim. Çok ilginç mektuplar var, Melih içini bana açmış. 27 yıl benim en candan arkadaşımdı. Melih’in etkisiyle Türkçemi değiştirdim, hayatıma damga vurdu. Ondan sonra yazı tarzım değişti. Kitapta, mektuplarımız var. Mektuplar bugün Melih’i anlamak için gerekli. Bir yazarın hayatını kazanabilmek için öğretmenlik yapması, sekiz yere yazı yazması… 1953’ten 1980’e kadar olan dönemdeki Melih’i anlatmaya çalıştım. Kitabın başında da anılarım var. Kitabın adı da Anı ve Mektuplarda Melih Cevdet oldu böylece…

► Yaşamınızın en önemli dönüm noktası nedir?
UNESCO… Akşam’dan ayrılıp işsiz kalmam, bir sene sonra UNESCO’ya geçişim hayatımı değiştirdi. Önemli bir dönüm noktası…
UNESCO sonrası gazetecilik dersleri verdim, sonra da yazarlığa başladım.
Gazetecilik, UNESCO ve yazarlığa başlamam çok önemli dönüm noktalarıdır.

► Paris’teki günlerinizi “kavganın içinde olmak” olarak adlandırmanızın nedeni nedir?
Paris’te gençlerle beraber yaşıyorum. 1968’de gençlik olayları oluyor. Onlarla beraberim, dışında kalmıyorum, seyirci değilim. Onlarla iletişimi koparmıyorum, kalbim onlarla beraber, onların savaşına ben de katılıyorum.

► İnsanın yaşamının en önemli evresinin çocukluk olduğunu düşünürüm…
Bak ne anlatacağım sana… Beni en çok yazarlığa yönlendiren anneannem oldu. Benim bir kitabım var Meyyale… Anneannem Meyyale’nin kızı… Çerkez kökenli, saraydan yetişmiş, çok aydın bir kadındı. Fransızca bilir, roman okurdu. Benim de yazar olmamı isterdi. Çocukluğumdan beri “Hıfzı yazar olacak,” derdi. Yazarlığın okulu yoktu, hukuka gittim. Oradan bir hız aldım. Bir şey yazdığım zaman ona okurdum, desteklerdi mutlaka… Onun desteği benim için çok önemli rol oynadı hayatımda. Okulda da velim oydu zaten. Anneannem okula gelir, öğretmenlerimle konuşurdu. Anneannem yetiştirdi beni. Gazeteciliğe başladığım gördü, çok övünürdü benimle…

► En çok neyi özlüyorsunuz?
UNESCO yıllarını özlüyorum. UNESCO yıllarındaki gibi bir misyonla Afrika’yı dolaşmak hoşuma gider. Emekliye ayrıldıktan sonra da gittim Afrika’ya… Eşimle beraber de gittik. Fırsat olunca yine giderim. 3 yıl önce Kongo’dan davet aldım. Kongo’da ilk gazetecilik semineri düzenlediğimi öğrenmişler. Büyükelçi gelip beni davet etti. Gittim. Geçmişi yeniden yaşadım…

cukurda-defineci-avi-540867-1.