Babası Muzaffer Buyrukçu'nun 'Hayallerin En Uzun ve Hızlı Atları' adlı eserini gün yüzüne çıkaran Erdem Buyrukçu: Babam ve bugün aramızda olmayan onlarca yazarın unutulduğunu düşünüyorum

Buyrukçu ile yeniden!

KADİR İNCESU

Sessiz sedasız aramızdan ayrıldığında tarihler 26 Ağustos 2006’yı gösteriyordu. 21 Öykü,10 Günlük ve 8 Roman olmak üzere toplam 39 kitaba imza atan Muzaffer Buyrukçu, aradan geçen 9 yıl içersinde neredeyse unutuldu gitti. Ve Yayınları tarafından çıkan ‘Hayallerin En Uzun ve Hızlı Atları’ adlı kitabıyla yeniden gündeme geldi. Eğer Buyrukçu’nun diğer kitaplarını da okumak isterseniz sahafların yolunu tutmanız gerekiyor. Muzaffer Buyrukçu’yu oğlu Erdem Buyrukçu anlattı.

>>Cemal Süreya’nın ‘Edebiyatımızın Mareşali’ diye adlandırdığı Muzaffer Buyrukçu’nun dosyaları arasında bularak yayıma hazırladığınız ‘Hayallerin En Uzun ve Hızlı Atları’ adlı kitaptan söz eder misiniz?

Cemal Süreya yakın arkadaşı babamı hem yaşamı hem de yazın tarzı dolayısıyla 1963’lü yıllarda Maksim Gorki’ye benzetirdi… Babam bu eserinde bireyin yeryüzünde bulunmasının nedeni olan cinselliği, enine boyuna kurcalar, onun üzerinde kılı kırk yaran bir dikkatle durur. Cinselliğin tenlerde ve ruhlarda meydana getirdiği görkemli mucizelerin merkezlerindeki devinimlere ayna tutar ve cinselliğin patladığı noktalardaki kıvılcımları ansızın yangına dönüştüren sevişmeleri, sevişmelerin temelinde yatan olguları… her edime, her davranışa bir anlam katan sevgileri ele alır. Kitap, öykünün kahramanı Haydar’ın ve onun herhangi bir şekilde yaşamına katılan Esma, Ninja, İzmirli ve Meral’in cinsellik dolu serüvenci kimliğiyle birleşerek akıp gider. Okuyucuların her satırında kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri, sevinecekleri, kızacakları, üzülecekleri bu öykü kitabını çok seveceklerine inanıyorum.

>>Muzaffer Buyrukçu’nun edebiyatımızdaki yeri üzerine neler söylenebilir?
Ben oğluyum, tarafsız olamam. Ancak babam yazmaya başladığı 1950 yıllarından bu yana ‘Korkunun Parmakları’yla öykücülüğümüze yepyeni bir tarz, yepyeni bir ses getirmiştir. “Mağara”yla başlattığı yenilikçiliğin sınırlarını genişleterek, romancılığın içeriğini zenginleştirmiştir. ‘Şarkılar Seni Söyler’le öykücülüğünde bir kez daha kendi devrimini yapan Buyrukçu, ‘Her Yer Karanlık’ la yazıncılığını doruğa ulaştırmıştır.

Hikâyelerinde figüran kadrosunu çok geniş tutan ve ayrıntılar etrafında adeta dans eden Buyrukçu’nun hikaye kahramanları, yazın süreci içinde köklü bir değişikliğe uğramıştır. Öykü yazarlığında her ne kadar O`nu Orhan Kemal ve Sabahattin Ali çizgisinin ardılı gibi değerlendirseler de Buyrukçu, hep kendine özgü kalabilmeyi ve edebiyatta kendi dili ve kurgusunu yaratma hünerini göstermiştir. Yapıtlarına dahil ettiği kişiler sıradan halk tipleridir ve onların yaşam kültürleri ve yaşama biçimleri Buyrukçu`nun roman ve öykülerinin temel direğini oluştururlar.

En önemlisi Türk edebiyatında, dünyada eşi benzeri olmayan bir günlük tarzı yaratmış olması. Hikâyeciliğini, romancılığını görmezlikten gelsek de kesin olan Buyrukçu’nun günlüklerinin Türk edebiyatı tarihine, insanlarına ve edebiyatçılarına tanıklık edeceğidir. Babam Türk edebiyatının belgeselini yazmıştır. Bugün Cemal Süreya, Orhan Kemal ve Türk edebiyatının diğer temel taşlarını okuyucu olarak tanıyorsak bunu Muzaffer Buyrukçu’ya borçluyuz.


>>Babanızın unutulduğunu düşünüyor musunuz?
Son on üç yıldır Türkiye’nin siyasi tercihi yaşamımızdaki değerli tüm hücreleri zehirlediği gibi Türk edebiyatına da büyük bir darbe vurdu. İnsanları, edebiyatın köşe başları direklerini karakter erozyonuna uğrattı, değiştirdi, egolarını yükseltti. Ben sadece babamın değil babam gibi Türk edebiyatının gelişmesine katkıda bulunan ve bugün aramızda olmayan onlarca yazarın da unutulduğunu düşünüyorum. Ama bir gün bu sanatçılarımızın unutulmuşluğunun biteceğine ve Türk Edebiyatının eski günlerine döneceğine de inanıyorum.