Sinema ‘Magica Laterna’dır, büyülü bir fener. Kayseri’de ve zaman zaman başka festivallerde olanlar; filmlerin hak etmedikleri, etkilerini yitirecekleri, yani büyünün tutmayacağı yerde, ‘sıradan gerçekliğimizin içinde’ gösterilmesinden ibarettir. Ne yazık ki bir tür büyübozumudur.

Büyübozumu

Murat Tırpan

Geçen hafta Kayseri Film Festivali’nde görev yapan jüri, filmleri bir otelin konferans salonunda laptopa bağlı bir projeksiyondan izlediği için nurtopu gibi bir tartışmamız oldu: filmleri nasıl izlemeli? Jüriyi geçiyorum, filmleri değerlendirip ödül verecek bir jüri elbette sağduyu gereği onları yönetmeninin arzu ettiğine en uygun şekilde görmek isteyecektir. Ben izleyiciyle ilgileniyorum sevgili okuyucu? Filmleri nasıl, nerede izlemeli?

Kayseri’yi Netflix’e bağlayalım. Geçtiğimiz hafta düzenlenen özel gösterimde, ülkemizde vizyona girmeyip sadece online yayınlanacak De Niro’lu, Pacino’lu Scorsese filmini izlemek üzere büyük bir grup heyecanla sinema salonuna akın etmişti. “Torunlarımıza bu filmi sinemada izledik diyebileceğiz” diyerek Tweet atan bu izleyici topluluğunun derdi neydi? İki gün sonra filmi evlerinin salonunda izleme rahatlığı varken hele. Üstüne üstlük bu izleyicilerin arasında bir hafta sonra Burak Çevik Kayseri’den filmini çektiğinde “Ne olacak canım laptoptan da film izlenir” diyenler de vardı. Kafan karışmasın sevgili okuyucu, biliyorum laptoptan da film izlenir, on bin liralık cep telefonundan da, mesele başka. Mesela sadece kadraja giren De Niro’nun ne kadar büyük görüneceği, sesin kaç hoparlörden geleceği değil.

1959’da Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı Kadıköy’de dolaşırken birden bire kendini sinemada bulmuştu. Atılgan isim vermiyor ama Hale sineması olmalı, hani şu 30’larda Apollon adındaki, 1961’den sonra ise Rexx’e dönüşen. O sinema hala orda duruyor sevgili okuyucu, salonlar sadece bir hikâyeyi perdede izlediğimiz yerler değil, bizim bireysel ve toplumsal hikâyelerimizi barındıran hafıza mekânlarıdır da. Laptopların, televizyonların özelliği taşınabilir olmalarıyken binalar orada dururlar, hafızamızı diri tutarlar. Sinema salonlarının o mısır yoğunluklu kokusu bize ilk öptüğümüz kızı, o meşhur filmi arkadaşlarımızla ilk izlediğimiz anı, gençliğimizi, memleketin bir zamanlar nasıl olduğunu hatırlatır. Biz boşuna mı gaz yedik Emek’i kurtaracağız diye? Aylak Adam’a dönelim, sinemadan başka biri olarak çıkar. Atılgan kitabın o meşhur cümlesinde "Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık.” yazar. Ama hemen ardından sık alıntılanan bu cümleden daha iyisi gelir bana göre. Aylak Adam düşünür; “Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. Saatine baktı: Dört buçuğa beş vardı. "Eve gidip okusam." Durağa yürüdü. Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar..."

Sokağa hep birden çıksınlar… İyi bir film görüp sokağa hep birden çıkan insanların psikolojisi evinin salonunda film izleyenlerden farklıdır. Bu kolektif eylem “birlikte değişme”ye dairdir çünkü. Sinemanın merdivenlerinden dışarıya doğru inerken çevremdekilere kulak kesilirim neler konuşuyorlar diye. Benim kadar etkilenmediler mi yoksa gördükleri filmden? Yoksa benden farklı şeyler mi anladılar? Hep birlikte ışıklarla dolu, birtakım görüntülerin beyaz duvarına yansıdığı bir mağaradan çıkarız. LCD ekranla bunun büyük bir farkı vardır, sinema mağarasında görüntüler Platon’un gölgeleri gibi duvara ‘yansırken’ ekranda ışıklar cihazın içinden gözümüze ‘fırlatılır’ Sinema, Ömer Tecimer’in evladiyelik kitabına atıfla, modern bir mitolojidir sevgili okuyucu. Ancak sadece mitos’a değil ritos’a da ihtiyaç vardır. Mitos senaryodur, ritos ise eylem. Ritüel’in de geldiği kelime olan ritos aslında hikâyenin sergilenme törenidir. İlkel toplumlarda gece ateşin başında toplanıp hikâye dinleyen insanlarınkinin aynısıdır sinema salonunda yaptığımız. Oturma odasında, salonda ritos sergilenmez sevgili okuyucu. Ateşin ışığıyla, anlatıcının/şamanın gölgesi büyüyerek vurmaz beyazperdeye.

Oğlumu sinemaya ilk götürdüğümde ışıkların kapatılmasına şaşırmış, “Her yer kapkaranlık oldu baba” demişti biraz da ürkerek. Ben de ona “Birazdan zaman yolculuğu yapacağız, bu dünyada değiliz artık, o yüzden görmüyoruz dünyayı” minvalinden bir cevap vermiştim. Sinema salonunun perdesinin iki işlevi vardır aslında, biri görüntülerin yansıtılması içindir, diğeri ise sizi sembolik düzenden, dış dünyadan ayıran bir perde olmasıdır. Perdenin “sihirli” uzamı perde-dışının “sıradan” gerçekliğinden ayrılır; bu perde indiğinde artık bildiğiniz dünyadan koparsınız, karanlığın içinde bambaşka bir âleme yolculuk etmektesinizdir. ‘Space Bar’a basıp durduramazsınız hikâyeyi, mutfağa gidip oyalanamaz, gelen telefona bakamaz, zırt pırt öten telefon bildirimlerine gözünüzü kaydıramazsınız. The Irıshman’in yoldaki kahramanları gibi arabada birşeyler içmek için çıldırsanız bile üç buçuk saat o karanlıktasınızdır. Minerva’nın baykuşu karanlık çöktüğünde öter sevgili okuyucu, sinema salonunun karanlığında düşünür, duygulanır, Atılgan’ın Aylak Adam’ı gibi değişirsiniz.

Bazen aylaklık ederken sinemaya girdiğimiz olur evet, ama nihayetinde play-stop ikileminden öte, emek harcarız izleyici olarak bunun için. Filmi seçeriz, bir şeyler okuruz, evden çıkarız, bilet alırız. Filmi izlemek için uzun bir arzulama süreci yaşarız. Belki de filmin kendisi kadar büyük bir hazdır film öncesi ritüeli. Online bir platformdan film izlemek ya da “link sahibi olmak” filmi almaktır, oysa sinemada film size sunulur. Evde filmi alıp izlemek niyetindeyken sinemaya giderek size sunulanı izlersiniz. Filmi “alıp” her yere; oturma odanızın duvarına, uyumadan hemen önce yatak odanıza, cep telefonunuz sayesinde uzun metrobüs yolculuğunuza götürmek sinemanın ritüelistik niteliğini yok etmek demektir. Öte yanda ise özenle mabede girersiniz; film oradadır, size sunulur, gidip görürsünüz ve sonra biter. Freudcu anal dönem biriktiriciliğinden farklıdır bu, meta haline gelmez film sinemada, projeksiyondan ekrana yansıyan ışıklar kadar uçucudur. Sinemadan çıkan insan, film kafasında oynamaya devam ettiği için değişmiştir.

Sinema ‘Magica Laterna’dır, büyülü bir fener. Kayseri’de ve zaman zaman başka festivallerde olanlar; filmlerin hak etmedikleri, etkilerini yitirecekleri, yani büyünün tutmayacağı yerde, ‘sıradan gerçekliğimizin içinde’ gösterilmesinden ibarettir. Ne yazık ki bir tür büyübozumudur. Weber’den değiştirerek ödünç alırsak, ‘Disenchantment’tır, “sinemanın efsununun bozulmasıdır.” Bu yüzden hikâye anlatıcısının, şamanın ya da şimdiki tabirle yönetmenin büyülü hikâyelerinin etkisine hakkıyla girebilmek için sinemaya gitmek gerek. Bir zahmet otelinden çıkıp halk gösterimine git sevgili jüri üyesi, o elindeki kumandayı usulca yere bırak okuyucu, şölene katıl.

cukurda-defineci-avi-540867-1.