Basit bir idealist felsefe anlatısı olarak da okunabilecek The Empty Man isimli nihilist korku filminin vurguladığı temel nokta, bilinmeyenler karşısında dinsel inanışlara atfedilen anlam yaratma gücüdür. Arapçasını da Türkçesini de, çevirisini de yorumunu da anlayamadığınız bir kitap karşısında tavrınız ne olur? İrrasyonel bir teslimiyet mi, rasyonel bir red mi?

‘Büyük anlam’ boşluğu

2020’nin şaşırtıcı derecede iyi filmlerinden biri The Empty Man’di (Boş Adam). Bu korku filminin öyküsü 1995 yılında Bhutan’da, yüce dağların zirvesinde başlıyor. Mağaralar, korkunç uçurumlar ve tekinsiz köprülerin bulunduğu bir bölgede kamp yapan dört genç bir mağarada tuhaf bir iskeletle karşılaşıyor. Gençlerden biri uyku ile koma arası bir duruma geçerken üç arkadaşı ölüyor. Sonra 2018’in ABD’sine geçiyoruz; Bhutan’daki iskeletle bağlantılı bir ‘boş adam’ tarikatıyla karşılaşıyoruz. Bu tarikatın inanışına göre, Nietzsche’nin “Sen uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar” sözündeki gibi, eğer içinizdeki karanlığa yeterince bakarsanız, o karanlık da size bakar. Bir de araya o yokluk haline sizden daha uzun bakmış, bu yüzden içi boşalarak bir tür aracıya -peygambere- dönüşmüş bir ‘boş adam’ yerleştirip gerekli ayinleri yaparsanız, inandığınız yokluk/hiçlik yavaşça dünyayı kaplar.

Basit bir idealist felsefe anlatısı olarak da okunabilecek bu nihilist korku filminin vurguladığı temel nokta, bilinmeyenler karşısında dinsel inanışlara atfedilen anlam yaratma gücüdür. Anlamadığımız sözler duyduğumuzda, onlara anladıklarımızdan daha fazla değer verme, bildiklerimizden daha büyük anlamlar yükleme eğilimindeyiz. Bu eğilim, hiçbir şeyin görülemediği bir zifiri karanlığa bakarken yaşadığımız ‘orada bir şeyler olması gerektiği’ yanılsamasıyla aynı yerden güç alır.

Tektanrılı dinlerin kitaplarında ve yan unsurlarında (Musevilik’te kabala, Hıristiyanlık’ta ‘kilise babaları’nın yorumları, İslam’da hadis ve tefsir vd.) bu filmdekine benzer bolca derin karanlık ve bunlara getirilen sayısız yorum bulunuyor.

Bunun en iyi örneklerinden biri, Kuran’ın Arap alfabesinin bazı harfleriyle (hurufu mukattaa) başlayan sureleridir. Örneğin Kalem Suresi’ni ele alalım: “Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.” (Diyanet İşleri Başkanlığı meali) Buradaki ‘nun’ harfi ne başka bir dile çevrilebilir ne de bir anlam taşır. Ama tanrının yazdığı bir kitapta anlamsız tek bir nokta bile bulunmaması gerekmez mi? İşte şimdi o derin karanlığın hemen yanı başında duruyoruz.

Tam burada Kuran’ın bu anlaşılmazlıklarını ortadan kaldırma amacıyla kurulan bir ‘bilim dalı’ devreye girer: Tefsir. Türkiye’nin en ünlü tefsircilerinden İsmail Cerrahoğlu, ünlü ders kitabında Kuran’ın toparlandığı ilk günlerden bu yana bu harflerin olası anlamlarına dair hepsi birbirinden farklı çok sayıda yorumu aktardıktan sonra, bu bilinmezlik uçurumu karşısında inananların takınması gereken tavrı şöyle vurgulayarak meseleyi kapatır: “Kendisine Kitab gelen Hazreti Peygamber de bu hususta bir şey söylemediğine göre, onlar hakkında kesin bir hüküm vermek çok zordur. Bu bakımdan bizlere Allah ile Resülü arasında bir şifre olduğunu söylemekten başka diyecek bir şey kalmamaktadır.” (Tefsir Usulü, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yay, 1971, S. 144) Yani öyle bir an geliyor ki, mealini okumakla yetinirseniz kafanızın karışacağı söylenen Kuran’ın tefsiri de bir şey anlatmıyor.

Kuran’ın çevirisine, yani ‘meal’e tekrar dönersek… ‘Tanrısal söz’ boşluğunun insanın hayal gücü evreninde nasıl etkin olabileceğini gösteren çok iyi bir örnek var; Bakara Suresi 28-29. ayetlerin iki farklı mealini aktarıyorum: “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda ona döndürüleceksiniz. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (DİB meali) “Allah’ı nasıl tanımazsınız? Siz bitkisel elementler düzeyinde ölüler idiniz; size can verdi. Ardından sizi tekrar öldürür, sonra da O’na tersinirsiniz. Öyle değil mi? O, yeryüzündekilerin kozmogonisini bir bütün olarak vareden sonra da gökteki dev galaksileri kontrol üssü yapan, derken o sistemleri yedi kat olarak düzenleyen Güçtür. Yine O, varlıkların kader bilgisine sahiptir.” (Salih Parlak meali)

Arapçasını da Türkçesini de, çevirisini de yorumunu da anlayamadığınız bir kitap karşısında tavrınız ne olur? İrrasyonel bir teslimiyet mi, rasyonel bir red mi?