Dolardaki artış ile ekonomik kriz tartışmaları gündemin giderek daha ön sıralarında kendine yer bulmaya başladı. Kriz dendiğinde bunun kimler için ne anlama geldiğini sorgulamak gerekiyor. Kriz dönemleri, önemli el değiştirmelerin olduğu, büyük balığın küçük balıklar arasına daldığı dönemlerdir. Borç girdabı içinde yaşam mücadelesi veren milyonlar ellerindekini de kaybetme riski altına girerken, sermaye sahipleri büyük bir heyecanla onların arasında kendilerine fırsat pencereleri açarlar.

Hele ki siyasal iktidar ekonomik açıdan sermayenin beklentilerini karşılamak için elinden gelen tüm imkânları kullanmak hevesindeyse bunun böyle olacağı son derece açıktır.

Maliye Bakanı Naci Ağbal, 2017 yılı bütçesi nedeniyle yaptığı konuşmada reel sektörün döviz borcunun uzun vadeli ve yönetilebilir düzeyde olduğunu ifade ederek, kurdaki artışın finansal yükümlülükleri artıracağını ancak ihracat gelirinin artışından kaynaklı olarak firmalara doğal bir koruma da sağlayacağını ifade etmektedir.

Belli ki ihracatçı firmaların rekabet gücünü artıracağı beklentisi krizin ötelenmesi açısından temel bir mesele olarak ele alınmaktadır. Hâlbuki krizin ekonomik anlamda özel sektörü kurtarma operasyonları ile kamu kaynaklarına ve toplumun emekçi kesimlerine ciddi zararlar vereceği açıktır.

Firmaların AKP’li yıllarda kriz karşısında daha fazla hareket etme kabiliyeti kazandığı bu esnekliğin önemli bir kısmının emek gücünün güvencesizliği üzerinden inşa edildiği görülmektedir.

Memnuniyet

Yatırım Danışma Konseyi’nin 9. Toplantısı yaklaşık 1 ay önce, Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nun organizasyonunda, gerçekleştirildi. Söz konusu konsey 14 farklı ülke ve 10 ayrı sektörde yer alan ve toplam cirosu 666 Milyar ABD Dolar, toplam istihdamı 1,5 milyon çok uluslu şirketlerden oluşuyor. Başbakan’ın başkanlığında toplanan konsey Türkiye’nin yatırım ortamının iyileştirilmesi için tavsiye kararları alıyor.

Toplantının sonuç bildirgesinde “2004 yılından bu yana gerçekleştirilen sekiz toplantıda dile getirilen tavsiyeler doğrultusunda” hükümetin uluslararası iş dünyasının yatırım ortamının önde gelen sorunlarının ele alınmasıyla ilgili tavsiye ve görüşleriyle ilgili kararlılığa dikkat çekiliyor. Konseyin yatırım politikalarıyla ilgili tavsiyelerinin tüm kamu kurumlarınca sahiplenildiğine işaret ediliyor.

Ayrıca hükümetin reform çalışmalarına dair memnuniyet ifade ediliyor. İlave olarak yargı süreçlerinde sermaye çevrelerine önemli anlamda iyileşme olanağı sağlayacak bilirkişilik sistemiyle ilgili düzenleme konusunda da ayrıca bir memnuniyet ifade ediliyor. Bu düzenleme ile işçilere karşı yapılan yasadışı ve haksız uygulamalarda arabuluculuk sistemi getiriliyor.

2013 yılında gerçekleştirilen bir önceki Konsey toplantısında, Türkiye’deki özel sektör yatırımlarının artırılması amacıyla hükümet uygulamalarının odaklanmasında fayda görülen hususların dokuz ana başlık altında topladığına işaret ediliyor. Onlar ne mi? Yer yok diye birkaçına değineceğim.

1)“Özel sektörün yük ve yolcu taşımacılığı faaliyetlerinin önünün açılması amacıyla demiryolu sektörünün serbestleştirilmesine devam edilmesi”. Hatırlanacağı gibi TCDD’nin özelleştirilmesi 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında çıkartılan ilk KHK’larda kendine yer bulmuştu.

2) “Sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğinin artırılması, stratejik ve büyük ölçekli yatırımların finansmanına katkı sağlanması amacıyla Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması”. Varlık fonu da KHK ile darbe girişimi sonrasında hızlıca geçirildi.

3) İşgücü piyasasındaki yapısal sorunların çözülmesi amacıyla Ulusal İstihdam Stratejisi ve Eylem Planının hazırlanması. Strateji yürürlükte. Kıdem tazminatının fona devri ile son darbeyi vurmak için belli ki krizi bekliyor.

Geçen haftalarda Türkiye’deki işletmelerin yüzde 13,8 oranında yabancı firmaların kontrolü altında olduğunu, kimi sektörlerde bu oranın yüzde 30-40’lara ulaştığını TÜİK verilerine dayandırarak bu köşede yazmıştım.

Krizin geldiği, hatta pek çok alanda yaşandığı bir gerçek. Siyasal krizin tetiklediği bu ekonomik krizin işçi sınıfının ağır yenilgisi üzerinden aşılmaya çalışılacağının işaretleri de ortada. 2008-2009 krizini büyük sermaye yara almadan atlattı. Çokuluslu şirketlerin oyunun kurallarını belirlediği bir zeminde, ekonomik ve siyasal krizin faturasının işçi sınıfına ve yoksul halk kesimlerine çıkartmaya çalışanlara karşı kararlı bir duruşun örgütlenmesi son derece önemli.