“Artık özgür değiliz. Artık her telefon konuşmamız, internet üzerinden yaptığımız her şey, yazışma, alışveriş, baktığımız siteler, her şey biliniyor”

Büyük birader izliyor

CITIZENFOUR

Şu anda okuduğunuz yazı, çoktan Amerikan arşivlerinde yerini aldı. Hayır, paranoyak değilim, gerçekten takip ediliyorum. Siz de takip ediliyorsunuz. Hayır, Birgün okurlarını da kastetmiyorum sadece, herkesi, herkesi kastediyorum. “Yok artık deve” demeyin! Var artık! Bilimkurgu değil, paranoyak hezeyan değil, gerçek. Şu anda içinde bulunduğumuz gerçek. Artık özgür değiliz. Artık her telefon konuşmamız, internet üzerinden yaptığımız her şey, yazışma, alışveriş, baktığımız siteler, her şey biliniyor. Bu insana mümkün değilmiş gibi geliyor ama mümkün. ABD’de bu teknoloji var ve pek liberal, pek özgürlükçü Başkan Obama tarafından hayata geçirilmiş durumda. Nereden mi biliyoruz bunun olduğunu? Çünkü Edward Snowden adlı 29 yaşında genç bir bilgi işlemci hayatını tehlikeye atarak bu gerçeği ifşa etti de ondan.
Snowden, bir devrimci filan değil. Amerikan sistemine inanan ve kendisine vaat edilen haklardan daha fazlasını istemeyen biri. NSA (National Security Agency, Türkçesi Milli Güvenlik Kurumu) için çalışırken, yaptığı işin bütün dünyayı dinleyebilecek bir teknoloji geliştirmek olduğunu görüyor. Amerikan vatandaşları biraz daha şanslılar çünkü dinlenmeleri için mahkeme izni gerekiyor, bizlerin dinlenmesi için kimsenin iznine gerek yok. Hoş, Amerikalılar da pek farklı bir durumda değiller çünkü mahkemeler dinleme isteklerini derhal kabul ediyor.

Snowden, Hong Kong’da The Guardian gazetesinin bir muhabirine, Glenn Greenwald’a veriyor elindeki bilgileri. Ve dünya da böyle öğreniyor içinde yaşadığı cehennemi. Ama tabii sonrası Snowden için daha fazla cehennem demek oluyor. ABD, Snowden’i yakalamaya çalışıyor. Snowden Rusya’ya sığınıyor. Ve hâlâ da Rusya’da. AB ülkeleri, Snowden’in iltica taleplerini reddediyor. Snowden sayesinde Başbakan Merkel’in bile dinlendiğini öğrenen Almanya dahil olmak üzere, hiçbir ülke Snowden’i almaya cesaret edemiyor. Büyük abi ABD, elinde sopasıyla diklimiş çünkü başlarına. 
‘Citizenfour’ işte Snowden’in hikâyesini anlatan bir belgesel. Hong Kong’da başlayıp, Rusya’da bitiyor. Bir zamanlar gönüllü olarak orduya yazılıp, Irak’ta savaşmak isteyen, daha sonra CIA’de görev alan ve bugün ABD’nin gözünde vatan haini olan biri Snowden.

Peki, izlendiğimizi öğrendik de ne oldu? Hiç. Dünya artık acayip bir yer. 17 Aralık’ta tapeler ortalığa saçıldı da ne oldu? Başımıza gelenleri kanıksamış gibiyiz. Bireyler olarak belki, ben bir şey yapmıyorum ki, dinleseler ne olacak, diye düşünüyoruz. Olan oluyor oysa ama fark etmiyoruz. Tayyip Erdoğan’ın “4G istemezük” demesinin ardında, tek bir gerekçe var: Dinlenme korkusu. Önlemini almadan yeni bir teknoloji istemiyor. Ama korkunun ecele faydası olmayabilir.

***

Balkanlardan gelen...


LİMONATA

“Ey, Serkan Keskin ve Ertan Saban! Nasıl oyunculuktur bu böyle? İkinizi de seyretmeye doyamadım. Teşekkür ederim.”
Bir zamanlar sinemamızda iyi oyunculuk çok nadir rastladığımız bir şeydi. Şimdi de bir bolluk denizinde yüzdüğümüz söylenemez ama artık dünya çapında oyuncularımız var. Onlar aydınlatıyorlar beyaz perdeyi. ‘Limonata’yı yöneten Ali Atay da dünya çapındaki oyuncularımızdan. Atay’ın Limonata’daki yönetmenliği de birinci sınıf. Üstelik bu, Atay’ın ilk yönetmenliği. Senaryoda da Ali Atay’la Ertan Saban’ın imzası var. Kısacası ev yapımı bir limonata bekliyor seyircileri. ‘Limonata’ bir yol filmi. Yol filmlerinde olduğu gibi, kader iki benzemezi bir araya getiriyor, onlar kavga dövüş seyahat ediyorlar ve nihayetinde aralarında bir sevgi bağı oluşuyor. Türün kalıplarını yenileyen bir filmden söz etmiyoruz. Ama bu kalıpları gayet iyi kullanan, iki karakterini de sevdirmeyi başaran, mükemmel diyalogları olan bir film Limonata. Komik yerleri komik, acıklı yerleri de acıklı. Kimi zaman yavaşladığı veya uzadığı hissine kapıldığım olmadı değil. Ama bu duygu uzun sürmedi. Ölüm döşeğindeki babasının talebi üzerine Makedonyalı bir Türk’ün kardeşini aramak için Türkiye’ye gelişi, onu buluşu ve onla birlikte Makedonya’ya gidişinin hikâyesi Limonata. Kardeşlerin babaları bir ama anneleri ayrı. Türkiye’deki kardeş Selim (Keskin) babasını hiç tanımamış ve artık tanımak da istemiyor. Makedonyalı kardeş Sakıp’ın (Saban) işi bu yüzden zor. Selim İstanbul çocuğu, her yolu biliyor. Sakıp ise baba kuzusu, saf bir taşralı. İkisi de insan. Limonata’yı kaçırmayın derim. Sinemalar can sıkmaktan başka bir işe yaramayan komedi filmleriyle dolu. Limonata, başka bir ligde.