1929 ekonomik bunalımı, Almanya’da yoğun bir işsizliğe neden olurken savaş yenilgisi de ciddi bir çöküntüye yol açmıştı. Bu durumdan yararlanan Adolf Hitler ve Nasyonal Sosyalist Parti, faşist bir rejim inşa etti. Alman sermaye sınıfı başlangıçtan itibaren Hitler’e destek verdi. Kapitalistler, Hitler’i sol güçlere karşı güvenlik kaynağı olarak görürken diğer yandan da ekonomik yıkımları Hitler’in saldırgan politikasıyla aşmayı düşünüyorlardı.

Büyük Buhran’dan Nazizme

Atilla ÖZSEVER

İtalya’da olduğu gibi Almanya’da da 1. Dünya Savaşı sonrasında ülkedeki ekonomik, siyasal sorunlar ve savaştan mağlubiyetle çıkılmış olması, toplumu yeni arayışlara sevk etmişti.

Versay anlaşmasıyla Alman topraklarından geniş parçalar koparılmış, ordunun gücü sınırlandırılmış ve ülke büyük bir savaş tazminatı ödemekle yükümlü kılınmıştı. Savaştan onbaşı rütbesiyle terhis olan Adolf Hitler, Versay Barış Anlaşması’nın ülkeye yüklediği bedeli ve çöküntüyü kullanmak amacıyla kolları sıvadı.

Hitler, daha önce Alman İşçi Partisi adıyla kurulan küçük partinin ismini 1920 Nisan’ında Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi adıyla değiştirdi. Partinin kısaltılmış adı, Nazi Partisi’ydi.

Alman sermaye sınıfı, başlangıçtan itibaren Hitler’e destek verdi. Hitler de, sol akımlar ve işçi eylemlerine karşı sermayeye güven aşıladı. Kapitalistler, bir yandan Hitler’i sol güçlerin gelişimine karşı bir güvenlik kaynağı olarak görürken diğer yandan da savaş yenilgisinin sisteme getirdiği ekonomik yıkımları Hitler’in emperyalist ve saldırgan politikasıyla aşmayı düşünüyorlardı.

SA’LAR ve SS’LER

1923 yılında Hitlere bağlı SA’lar (Hücum Birlikleri) ve SS’ler (Dövüş Birlikleri) kuruldu. Bu birlikler başlangıçta çok güçlü değillerdi. SA’lara ve SS’lere karşı ciddi bir karşı koyuş olsaydı, bu faşist çetelerin fazla gelişmesi mümkün olamazdı. Alman sosyal demokratları, bu faşist çetelere karşı devletten medet umdular, devletin bu birlikleri engelleyeceğini düşündüler. Yine Alman sosyal demokratları, antifaşist milisleri faşist çetelere karşı kullanmaktan çekindiler. Öte yandan ekonomik bunalım orta sınıflarla birlikte işçi sınıfı ve köylüleri de güç duruma sokuyordu. İşçiler ve köylüler savaş öncesinde önemli ekonomik ve sosyal haklar elde etmişlerdi, sendikalaşma oranı yüksekti.

Ekonomik bunalımın yanı sıra Fransa’nın Alman Ruhr bölgesini işgali, yoksul kesimde de milliyetçi tepkilerin oluşmasına yol açtı. Hitler, bu durumdan yararlanarak Münih’te bir birahanede Nasyonal sosyalist karşı devrimin başladığını ilan etti. Ancak bu girişim kısa sürede bastırıldı.

1929’UN YARATTIĞI FIRSAT

ABD’de başlayan 1929 dünya ekonomik bunalımı, Almanya’yı da etkiledi. Ülkede 1929 -1932 yılları arasında üretim yarı yarıya düştü, işsizlik altı milyonu buldu. Binlerce küçük işletme iflas etti, bankalar kapandı.

Hitler ve Nazi Partisi, bu bunalımdan büyük ölçüde yararlandı. Sermaye sınıfı, 1929 bunalımı sonrası faşist harekete daha fazla yanaşmaya başladı. Hitler, yoksullaşan halka umut veren bir konuma geliyordu. Versay Barış Anlaşmasını yırtacağını, özellikle Yahudileri dize getirerek her Almana iş ve ekmek sağlayacağını vaat ediyordu. 1930 yılında yapılan seçimler sonrasında Nazi Partisi, oy sayısı 810 binden 6,5 milyona çıkartırken parlamentodaki milletvekili sayısını da 12’den 107’e yükseltiyordu. Karşı uçta yer alan Komünist Partisi de 4,5 milyon oyla 77 milletvekiline sahip oluyordu. Sosyal Demokrat Parti ise büyük oy kaybına uğruyordu. Bu seçimler, sadece sıradan Alman seçmeni değil iş hayatı ve ordudaki yönetici kesimleri de Hitler’den yana fazlasıyla etkilemişti.

SOL YİNE BÖLÜNDÜ

Naziler, 1932 yılındaki seçimlerde 14 milyona yakın oy almakla birlikte 608 üyeli Reichstag’da (parlamentoda) 230 sandalye ile çoğunluğu tutturamamışlardı. Sosyal demokratlar oy kaybına uğramakla birlikte 183 sandalye ile ikinci parti, komünistler de 89 üyeyle üçüncü büyük parti konumundaydı. Yüzde 37 oya sahip Nazi Partisi’ne karşılık sosyal demokratların ve komünistlerin oyu yüzde 36’yı buluyor, toplam üye sayıları da 13 milyonu geçiyordu. Bu dönemde işçi sınıfı sosyal demokratlarla komünistler arasında ikiye bölünmüştü. Sosyal demokratlar, komünistlerin ezilmesinde düzen kurumlarıyla işbirliği yaptığı için iki parti arasında uzlaşmaz bir uçurum vardı. Faşizme karşı mücadelede iki kesim de güç birliğinden kaçındı, birbirine saldırdı. Komünistler, sosyal demokratları “sosyal faşist” olarak nitelerken sosyal demokratlar ise hem Naziler hem de komünistlerle mücadele ediyordu. 30 Ocak 1933 günü öğleden sonra Almanya’nın dört bir yanında kendiliğinden Hitler aleyhtarı gösteriler başladı. Yaklaşan tehlikeyi sezen milyonlarca işçi, savaşmaya hazırdı. Ancak Sosyal Demokrat Parti (SPD) liderleri, hem ekonomik bunalım hem de Naziler karşısında inisiyatif almaktan çekindiler. SPD, Kahverengi Gömleklilerin (SA’ların) şiddet eylemlerine karşı yasal tepki vermeye çalıştı, Hitler iktidarı ele geçirirken sosyal demokratların yayın organı, partinin “anayasa ve hukuk dışına çıkmamaya kararlı” olduğunu ilan ediyordu.

Komünistler de faşist tehlikeyi küçümsediler, sosyal demokratların Hitler’den daha büyük tehdit olduğunu öne sürdüler. Keza Alman Komünist Partisi içindeki ideolojik farklılıklar da partinin gücünü zayıflattı.

GENEL GREV ÇAĞRISI

Sosyal demokrat sendikaların faşistleşme süreci içerisinde burjuvazinin siyasetine bağlanması, siyasal mücadeleden ziyade işçilerin ekonomik hak taleplerine takılıp kalmaları otoriter rejimin yerleşmesinde önemli bir etken oldu. Kızıl sendikalar da, faşistleşme süreci boyunca kitlenin ilgisini çekmeyi başaramadılar.

Alman Komünist Partisi, işçi sınıfına önderlik gücünü hem eylem, hem de genel düzeyde yitirmeye başlamıştı. Komünist Parti, 1929-1932 yılları arasında altı kez genel grev çağrısı yaptıysa da bu çağrılar cevapsız kaldı. Keza Alman Sosyal Demokrat Partisi de, Hitler’in 1933’te başbakanlığa atanması üzerine Komünist Parti’nin genel grev önerisini reddetti. Böylece Nazizmin yolunu kesmesi açısından önemli bir güç olan antifaşist birlik, ne işçi sınıfı ne de demokratik güçler arasında sağlanabildi. Meydan, Hitler’e bırakılmış oldu. Hitler, birleşemeyen sol kesim sayesinde yüzde 37 oyla başbakanlığa atandı.

buyuk-buhran-dan-nazizme-879023-1.
Hitler’in propaganda afişinde ‘Tek millet, tek devlet, tek lider’ yazıyor.



REICHSTAG YANGINI

Hitler, başbakanlığa atanmasına rağmen yine de huzursuzdu. Birkaç ay sonra genel seçimler yapılacaktı. Rejim için büyük tehlike gördüğü Komünist Parti’yi ezmek, işçi sınıfının gücünü kırmak için yeni bir tezgâh peşindeydi. Kitlelerin onayına ihtiyacı vardı. Orta sınıfların hâlâ kararsız kalan kesimlerini Nazi Partisi’ne çekmek için bir şeyler yapmalıydı.

27 Şubat 1933’te Hitler’in buyruğu ile Reichstag’da, yani parlamento binasında bir yangın çıkartıldı. Yangın işi, komünistlerin üzerine yıkıldı. Van der Lubbe isimli bir Hollandalı sözüm ona “suçüstü” yakalandı. Lubbe’nin üzerinde Komünist Parti kartı (!) çıkmıştı, aslında tüm bunlar düzmeceydi. Ürken halk yığınları Hitler’in yalanına kanacak, “yurdun babası” olan şansölyenin gerçekte bir yalancı olduğunu düşünmeye kimse cesaret edemeyecekti. Hitler, olağanüstü hal kararnamesi çıkarttı, antifaşist partilerin toplantılarını yasakladı, komünist milletvekilleri tutuklattı. Nazi milisleri de, bu olaydan yararlanarak işçi militanlara saldırırdı.

TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ

Düzenlenen bu oyun ve yaratılan teröre rağmen 5 Mart 1933’te yapılan seçimlerde Nazi Partisi, mutlak bir zafer kazanamadı. 288 milletvekili olan Nazi Partisi, 52 sandalyeli milliyetçi parti ile koalisyon yaparak ancak salt çoğunluğu sağlayabildi. Sosyal demokratlar, seçim öncesi yapılan tüm kovuşturma ve baskılara rağmen ikinci büyük parti konumunu korudu.

Hitler, ilk iş olarak sendikaların Sosyalist Parti ile (sosyal demokratlarla) ilişkilerini kesmesini istedi. Alman Sendikalar Birliği (DGB) Sosyalist Parti ile ilişkisini kestiği gibi “hükümetle ayni yüce amaç peşinde koştuklarını” açıkladı.

Naziler, 20 Nisan 1933’te de tüm sendikaların devlet çatısı altında toplanmaları ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı ortak kutlamaları çağrısını yaptı. Ertesi gün, yani 2 Mayıs 1933’te de sendikalar dağıtıldı, malları Komünist Partisi’ne yapıldığı gibi Nazi Partisi’ne devredildi. Muhalefetin ileri gelenleri ya öldürüldü ya da toplama kamplarına gönderildi.

14 Temmuz 1933’te, yani seçimler üzerinden henüz dört ay geçmesine rağmen çıkarılan bir yasayla bütün partiler kapatıldı, Nazi Partisi’nin tek siyasal parti olduğu ilan edildi. Bu gelişmelere karşı en küçük bir direnmeyle karşılaşmadan Almanya’da tek partili totaliter bir devlet kurulmuş oldu.

buyuk-buhran-dan-nazizme-879024-1.
Nazi Ordusu Hitler’e tam bir bağlılıkla itaat ediyordu.


YARGIYA HİTLER TALİMATI

Bir Alman mahkemesi, Hitler’in cezalandırılmasını istediği bir sanığı suçsuz bulduğunda Hitler, şunları söylemiştir: “Benim suçlu diye ilan ettiğim bir kimseyi Alman mahkemesinin suçsuz çıkarması olayı bir daha görülmeyecektir”.

Hitler, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplamasının yanı sıra büyük sermayeye de gereken desteği veriyordu. Nazi Partisi’nde antikapitalist kanat olarak bilinen milis gücü SA’larin önde gelenleri, 1934 yılında “Uzun Bıçaklar” gecesi olarak anılan bir olayla ortadan kaldırıldı. Böylece Nazi Partisi, tam bir totaliter yapıya kavuştu.

Nazi yönetimi, ekonomi alanında da tekelleşmeyi var gücüyle destekledi. Devletle büyük sermaye iç içe geçti. Bosch, Deutsche Bank, Krupp, Siemens gibi şirketlerin yöneticileri önemli görevlere getirildi, faşizm döneminde hükümetin ekonomik danışma kurulunda görev aldı. Alman sermaye sınıfı, Hitler’in savaşçı, emperyalist politikalarını desteklediği gibi işçi sınıfını ezen, her türlü demokratik hak ve eylemi yasaklayan kararlarını coşkuyla alkışladı. Kapitalistler, 1933-1936 yılları arasında net kârlarını yüzde 433 oranında artırdı.

Hitler, parlamentodan olağanüstü yetkiler aldığı 24 Mart 1933 tarihinden itibaren 1945 yılına kadar Nazi diktatörlüğünün tek lideri olmuştu.

2. Dünya Savaşı sonuna kadar Yahudilere yönelik soykırım, altı milyon Yahudi’nin öldürülmesine yol açmıştı. Dört yıllık savaş boyunca da çoğu sivil halktan olmak üzere ölenlerin sayısı 60 milyonu geçmişti. Savaş sona ererken Hitler intihar etmiş, İtalyan faşist lider Mussolini ise kaçmaya çalışırken partizanlarca yakalanıp asılmıştı. Almanya’daki demokratik süreç ise ancak savaş bittikten sonra söz konusu olmuştur.