Ekonomi günden güne çöküyor. Yüzde 99’u hiçe sayan yüzde 1’in kendilerini kurtarma kararlılığı çöküşü hızlandırıyor.

Bu hafta başında açıklanan ekonomik büyüme gerçekleri de bu hali yansıtıyor. Türkiye ekonomisi, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9,9 küçüldü.

Muhtemeldir ki iktidarı memnun edeceği düşüncesiyle istatistik ölçerler rakamın çift basamaklı olmamasından dolayı rahatlamışlardır! Oysa verinin azıcık altına baktığımızda büyük daralmaların ne derece yaygın halk kitlelerini etkilediğini görmek mümkün. 14,4 milyon kişinin istihdam edildiği hizmetler sektöründe yüzde 25; 5,3 milyon kişinin istihdam edildiği sanayide yüzde 16,5 küçülme var.

Bu ekonomik çöküş ve paramızın değer kaybı ağır bir fakirleşmeyi de beraberinde getiriyor. Kişi başı milli gelir, 9 bin doların altına inerek 8 bin 934 dolara düştü. 11 yıl önceki düzeyine geriledi, yani 11 yıldır verdiğimiz onca emek kaybedildi.

İktidar göz göre göre gelen ve yıllardır birikiyor olan krizi çözmek yerine krizin algısını yönetmeyi seçtiği için kriz olacağından da daha derin yaşanıyor. İktidarın pandemiye yaklaşımı da farksız; salgını değil algısını yönetmeyi seçiyor. Bu da hem ağır sağlık etkileriyle beraber derin bir ekonomik yükü de doğuruyor. İktidar her manada ülkeyi bir uçurumdan aşağı yuvarlıyor.

Algıyı yönetebilmek için döviz kurunu, özellikle de doların düzeyini 7.00’ın altında tutabilmek için milyarca dolarlık uluslararası rezervimizi heba etti mesela.

Sonuç, doları 7.00’ın altında tutmak için son birkaç ayda yaklaşık 40 milyar dolarlık rezervin ucuza Türkiye’den çıkış yapan yabancılara satılmış olması...

Sonuç, bugün döviz kurunun 7,35 TL düzeyine yerleşmiş olması… Sonuç, TL’nin sadece son bir ayda 25 kuruş değer kaybetmesinden kaynaklı enflasyonda yaşanacak artış, sadece önümüzdeki 12 ay içerisinde ödememiz gereken 171,4 milyar dolarlık borcumuzun TL yükünün daha da artması demek.

Algıyı yönetebilmek, sanal bir refah duygusu yaratmak için bir kez daha vatandaşı borca boğmayı seçti iktidar.

Sadece bu sene başından itibaren KOBİ’lerin bankalara borcu 218 milyar TL, hane halklarının borcu ise 197 milyar TL arttı. Oysa aynı esnada pek çok üretici iflasın eşiğinde, milyonlarca emekçi işsizliğin karanlığına mahkûm edildi. Gelirsiz bırakıldı. Pandemi döneminde işsiz gelirsiz kalanlara sahip çıkmayıp halkına IBAN veren devlet, 13 Mart -1 Haziran arası pandemi döneminde Osmangazi köprüsü dahil Gebze-İzmir otoyolu, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Avrasya tüneli için rantçı yandaş müteahhitlere 1.5 milyar TL ödedi. Aynı dönemde vatandaşını günde 39 liraya mahkûm eden devlet…

Ve gerçek çözümler yerine vatandaşı borçlandırarak sorunu ötelemeyi seçmekle de ancak bu kadar oluyor işte; yüzde 9,9 küçüldük.

Ekonomik çöküş bu işte... Ülkenin kaynaklarını zenginliklerini yok eden çöküş… Zenginlik içinde halkı yoksulluğa mahkûm eden çöküş…

Ama esas felaket bununla sınırlı değil, bunun çok ötesinde.

Esas felaket, organize kötülüğün devleti çökertmesinde. Organize kötülüğün giderek yaygınlaşmasını teşvik eden, izleyen ve alkışlayan siyasi anlayışta.
Zafer bayramını coşkuyla, pandemi koşullarını gözeterek ama tarihimize sahip çıkan bir bilinçle kutlama kararlılığındaki halkla birlikte sokaklarda olan seçilmiş milletvekiline darbe indiren güvenlik güçleri… Bakanların seçilmiş milletvekillerini doğrudan tehdit etmesi, tehdidi takiben vakit kaybetmeden seçilmiş milletvekiline saldırılması… Devletin çöküşünün özeti de bu olsa gerek. İşte asıl çöküş bu. Kokuşma, dağılma, yok olma bu.

Buna izin veremeyiz. Vermeyeceğiz. Kırşehir Milletvekili Metin İlhan da, Hatay Milletvekili Barış Atay da, CHP Avcılar Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Mutlu Yıldırım da yalnız değiller.


Çete hukukunu savunanlar, tecavüzcüler, insan çevre ve doğa katliamcılarının tamamı, halkın dayanışmasıyla kurulacak özgür ve demokratik hukuk devletinde, gerçek adalet önünde hesap verecekler.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nü toplumsal barışın güvencesiyle kutladığımız günleri hep birlikte kuracağız.