Güç sahiplerinin kavramları güncel gereksinimleri için değiştirerek kullandıkları, farklı anlamlar yükledikleri sık sık görülür.

“Rejim” kavramı da bunlardan birisidir. Türkiye söz konusu olduğunda, rejim kavramının mevcut iktidarın ideolojisine, stratejisine göre oluşturduğu otoriter yapıyı nitelemek için kullanılmasının kavramın içeriğine uygun olduğunu düşünüyorum.

“Rejim” sistemin alt kategorilerinden birisidir, bu da yeterince açıklayıcıdır.

***

Türkiye’nin dış politikası konusunda daha işin başında yanlışlığı muhalefet tarafından vurgulanmış adımlar, “ehven-i şer’le - kötünün iyisi” ile değil, “kötünün kötüsü” ile sonuçlanacağa benziyor. İdeolojik amaçlarına ulaşmak için uygun bulduğu, kendini sıkıca bağladığı bir strateji ile işe girişen, herkesi dışlayarak, parlamentoyu, kendi örgütünü bile devre dışı bırakarak yol alan rejim, hatayı, yanlışı sessizce kabul edemeyeceği bir noktada.

***

Bu durumda sınır ötesindeki askeri varlığı makul gösterme çabasından daha doğal ne olabilir. Savunma tezi şöyledir. “Türkiye terörist saldırıları sınır ötesinde bir egemenlik alan kurarak önlemek zorundadır.” Bu nedenle egemen bir devlet olan Suriye ile ABD’nin açık kışkırtmasıyla çatışmaya, şimdi de ilan edilmemiş bir savaşa girişilmiştir. Suriye’den gelecek saldırıları önlemek için bir egemenlik alanı kurmaya karar verdiyse, doğal olarak Rusya destekli Suriye ordusu ile çatışmayı da farklı adlandırmak zorundadır. O nedenle, “rejim güçleriyle savaştan” söz ediliyor.

***

AKP, “rejim güçleri” tanımını Suriye’nin, toprak bütünlüğünü kabul etse de, “egemen -tanınan- bir devlet” olduğunu görmemek için kullanıyor. Ama Esat’ın otoriter yönetimini rejim olarak tanımlama hakkı, Suriye’deki terörist cihadcılara değil varsa ya da kalmışsa iç muhalefete aittir. Suriye devleti yerine “Esat rejimi” demeyi seçen AKP yalnızca gözle görünen bir gerçeği örtmüş oluyor.

***

Başka gerçekler de var karanlıkta kalan. Örneğin sınır kapılarını açıp “hadi artık hep gitmek istediğiniz Batı’ya gidin” diyen rejimin dilinde yer bulamayan ama yandaş medyanın sınır kapılarına yığılanlar için sık sık kullandığı “mülteci” kavramı bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin mültecilerle ilgili yasal mevzuatı da, uygulaması da ne yazık ki içler acısıdır. Ama daha da önemlisi mültecilerin iç ve dış politikada bir araç olarak kullanılmasıdır.

***

Şimdi AKP “misafirleri” sınır kapılarına yığıyor; Böylece Batı ülkelerini kendini desteklemeye ya da masrafları paylaşmaya zorlamak istiyor. Bunun için “misafirleri” tehlikeli, yürek yakan bir yolculuğa gönderiyor. Batı açısından da durum utanç vericidir. Kapitalist sistemin doğrudan sonucu olan durumun, Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya büyük göçün, nasıl bir kavgaya yol açacağını yakında göreceğiz. Bu göçü önleyemeyecek, şimdi tıpkı şimdi olduğu gibi oradan oraya sürecek, kamplarda toplayacak, İkinci Dünya Savaşı koşullarına mahkum etmek için ellerinden geleni yapacaklardır.

***

Suriye ya da başka çatışma bölgeleri konusunda ince tahliller yapılabilir, karmaşık senaryolar üzerinde kalem oynatılabilir. Ama gerçek şu ki, yoksulların dünyası bulundukları her ülkede kavramları gerçek anlamlarına kavuşturacaktır. Birbirleriyle çatışmaya zorlanan ülkelerin işçileri, köylüleri, işsizleri tüm yoksulları gerçek kavganın, pili tükenmiş, yapısal bir bunalıma yenik düşme aşamasındaki kapitalist dünyayla olduğunu görecek, göstereceklerdir.

Kaçınılmaz büyük çatışma artık başlamıştır.