Tüm koalisyon tartışmalarını değerlendirirken zemin oluşturacak bazı gerçekleri göz ardı etmemek gerek. Birincisi AKP, geçmişinden ne kadro olarak ne de zihinsel/ideolojik olarak kopuş yaşamadı.

Kopuş bir tarafa, aslında düşmüş bir hükümet ve geçiş dönemi hükümeti olmasına rağmen aynen devam ediyor. İşte Yeşil Yol, Cerattepe yağmaları, atamalar, işte Erdoğan’ın mega projelerle ilgili meydan okumaları…Özellikle TBMM başkanlığı seçim süreci ve RTÜK üyeliği seçimlerinde aldığı hayat öpücüğü, muhalefetin ve bileşenlerinin “aman koalisyon sürecinde uzlaşmaz görünmeyelim”, “ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” gibi sorumlu devlet adamlığı(!) pasifistliğiyle birleşince “aynen devam” noktasında cesaretlendiği bile söylenebilir. İkincisi de AKP nin de bir çeşit koalisyon olduğu ve içinde gerilimler barındırdığı gerçeği.

İkinciyi sonraya bırakıp, “AKP nin “aynen devam” iradesinin özellikle ekonomik yönüne bakalım. Çünkü, CHP yi Büyük Koalisyon’ a itekleyenlerin kullandıkları korkutmalar arasında “ekonomik” gerekçeler de önemli yer tutuyor. Bu AKP nin göstermelik slogan ve politikalarla özenle gizlemeye çalıştığı sınıfsal tercihlerini de açık edecektir. Aslında sadece bu başlık altında yapılacak değerlendirmeler bile “Büyük Koalisyon” un kimlerin lehine işleyeceğini ve niye olmaması gerektiğini ortaya koyacaktır.

Bilindiği gibi hemen seçim ertesinde başta TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB olmak üzere sermayeyi/iş dünyasını temsil eden dernek ve birlikler, siyasi partileri ziyaret ederek hükümetin bir an önce kurulması gerektiğini telkin ettiler. Ana beklentileri basına şöyle yansıdı: Her şeyden önce mutlaka AKP’li bir formül olmalı. Hükümeti AKP ile CHP kurmalı. Amaç bir an önce iş dünyasının beklentilerini hayata geçirmek olmalı. Yapısal reformlar devam etmeli.

Aksi halde “Ortaya çıkacak ekonomik ve sosyal faturanın ağır olacağını hatta 2016’yı bile kaybedeceğimizi söylediler.” En önemlisi de olası bir erken seçimi ya da seçimlerin yenilenmesini ekonomik olarak bir felaket olarak gösterdiler.

Ancak bu ağırbaşlı ve sorumlu açıklamalar -kıyısından köşesinden utangaç eleştiriler içerse de- ekonominin içinde bulunduğu hali tarif etmediği gibi mevcut ekonomik tercihlerin emekçiler lehine değiştirilmesi gerektiğine dair hiçbir talep içermiyor.

Hatta geminin gidişinden çok memnun olsalar gerek “gemi kaptansız kalmamalı” diyorlar.

Bu güne kadar sıcak para girişine, borçlanmaya ve ithalata dayalı, sanayi ve tarım sektörünü üretimden uzaklaştırıp kriz eşiğine getiren ekonomik tercihlerin kaymağını yiyen sermaye, mevcut düzenin devamından yana. Bu nedenle de Büyük Koalisyonu süslü sözlerle pompalarken karşımıza da ufukta görünen riskleri ve ekonomik kriz öcüsünü koyuyor.

Tabii ki siyasi belirsizliğin ekonomiye etkileri minimalde olsa kaçınılmazdır. Ancak ekonomideki olumsuz gidişatın Büyük Koalisyon’la aşılacağı iddiası soyut temelsizdir. (Korkut Boratav hoca ve Mustafa Sönmez’in ekonomideki sorunlarla ilgili “uyarıcı” ancak “sorunların” henüz kriz düzeyine ulaşmadığı yolundaki tespitlerini de gözetmek gerekir)

Kaldı ki önümüze kriz faktörü olarak koydukları/koyabilecekleri her şey AKP iktidarında kendilerinin alkışları arasında birikti. Adım adım sıfır büyüme oranına yaklaşan bir ekonomi söz konusu. Bu güne kadar sorumlusu olmadığı ve tam tersi mağduru olup eleştirdiği politikaların faturasının CHP’ye çıkarılma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Olası bir krizin/krizden çıkışın “acı reçetesine” yönelik toplumsal tepkinin soğurulması için büyük koalisyon pişirilmeye çalışılıyor.

Söylemek istediğim “Türkiye batacak faturası da siyaseten CHP’ye çıkarılacak o nedenle uzak durulmalı” ya da melankolik “istemezük” basitliğinde bir şey değil. Ekonomik bir krizin en büyük zararını emekçiler, yoksullar çekecektir. Eğer böyle bir ortaklık krizi önleyecek ise siyasi risk alınmalıdır. Ancak AKP’nin yıkıcı ekonomik tercihlerinin siyasi sorumluluğuna ortak olmanın ülkeye hiçbir faydası olmayacaktır.

Büyük Koalisyonu dayatmak için öne sürdükleri ekonomik kriz öcüsü boş bir safsatadan ibarettir.

Devam edeceğim…