31 Mart seçimleri Türkiye siyasetinin yeniden yapılandırılmasını şart koşan bir tablo yarattı. Bu yeni tablo belki de yakın tarihin en önemli kırılma anlarından birine işaret ediyor. 25 yıldır Ankara ve İstanbul’u yöneten siyasal İslamcı gelenek ilk defa kaybetti. 1994 yerel seçimlerinde Milli Görüş ile başlayan yerelden ulusala iktidar basamaklarını tırmanma eğilimi sona erdi. Çeyrek asır […]

31 Mart seçimleri Türkiye siyasetinin yeniden yapılandırılmasını şart koşan bir tablo yarattı. Bu yeni tablo belki de yakın tarihin en önemli kırılma anlarından birine işaret ediyor. 25 yıldır Ankara ve İstanbul’u yöneten siyasal İslamcı gelenek ilk defa kaybetti. 1994 yerel seçimlerinde Milli Görüş ile başlayan yerelden ulusala iktidar basamaklarını tırmanma eğilimi sona erdi. Çeyrek asır boyunca İstanbul ve Ankara, Erdoğan ve etrafına Türkiye’yi yönetecek kaynak ve ilişki sağlamıştı. Büyükşehir imkânları üzerinden sermaye başta olmak üzere çeşitli egemen güçlerle pazarlık yürütülmüş, son kertede kentler yağmalanırken AKP büyümüştü. Bu yenilgi iktidarı semirten ilişkilerin seyrelmesi, güç dengelerinin muhalefet lehine değişmesi anlamına geliyor. Belki bir anda olmayacak ancak kriz derinleşirken sandıktan zayıflamış çıkan bir AKP’nin yandaşları mutlu etme, yorgun düşmüş örgütü ve tabanı tahkim etme olanağı zayıf. Muhalefetin doğru bir siyasi hat izlemesi halinde AKP’nin hızlı çözülüşüne yol açacak gelişmelere tanıklık edebiliriz. Ancak ilk şart sandıktan çıkan sonucu korumak ve kazanılan özgüven iklimini yükseltmek.

AKP’nin Türkiye genelinde hala hatırı sayılır bir oyu olsa da 31 Mart Erdoğan için büyük bir mağlubiyet. 16 Nisan’da referandumdan çıkan şaibeli sonuçla temelleri atılan yeni rejimin kurumsallaşması önünde ilk ciddi engel yerel seçimler oldu. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak yürüttüğü kampanya rejimin kök salmasını arzuladığı merkezlerde işe yaramadı. Rejimin kırılganlığı bir kez daha gözler önüne serildi.

Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırma taktiği üzerinden zafere ulaşma ve tabanını bir arada tutma çabası umduğu gibi sonuçlanmadı. AKP tabanında Erdoğan’ın yerel seçimlerde bu denli ön planda olmasını tasvip etmeyen bir seçmen kitlesi de oluştu. Aynı seçmen 24 Haziran’dan bu yana rejimin ülkeyi sürüklediği istikrarsızlığı da hissediyor. Bu sonuçtan payını yalnızca Erdoğan değil ama damat başta olmak üzere atanmış bakanlar da alacak.

MHP’ye olan bağımlılığı kontrollü sürdürmek isteyen Erdoğan bu hedefine de ulaşamadı. Beka söyleminin her türlü kanaldan kullanılması son kertede AKP’nin değil MHP’nin hanesine yazıldı. Bir başka ifadeyle Erdoğan kendi eliyle ortağını büyütmeye devam etti. Bahçeli af dâhil ajandasında ne varsa sırayla Erdoğan’ın önüne getirecek ve AKP Genel Başkanının buna direnmesi kolay olmayacak. Önümüzdeki süreçte olası bir erken seçimi tetikleyecek unsur da MHP olacak. 

Tek adam rejiminin kurulmasına hizmet eden MHP dışındaki kimi aktörlerin, örneğin seçim öncesinde iktidar lehine manipülasyon yapan sözde kanaat önderlerinin ve Perinçek gibilerin bu yeni aritmetiğe bakarak gemiyi yavaş yavaş terk etmesi olasılıklar dahilinde. Erdoğan yenilginin faturasını teşkilata çıkaracakken iktidar blokunun çeperindeki aktörler de esas sorumlunun Erdoğan olduğunu söylemeye başlayacak. Böylece iktidar kanadında Cumhurbaşkanı üzerindeki “eleştirilemezlik zırhı” kalkacak, çatlak sesler çoğalacak.   

Baştan itibaren tek adam rejimine temkinli destek veren sermaye çevreleri iktidar bloku üzerindeki telkinlerini arttıracak. Bunun ilk sinyalini sandıkların kapanmasının hemen ardından TÜSİAD verdi. Patronlar, ekonomi yönetimini doğrudan belirlemek için Erdoğan’ı sıkıştıracak. Normalleşme adı altında Batı ile ilişkilerin yumuşatılmasını isteyecek. Zor durumda olan iktidar “hukuk devletine” geri dönmeyecek ama kıdem tazminatı, işsizlik maaşı başta olmak üzere çalışanların aleyhine olan her türlü düzenlemeyi peşi sıra hayata geçirmek isteyecek.

31 Mart seçimleri 17 yıllık AKP iktidarında muhalefetin elde ettiği en önemli sandık başarılarından biri. Bu başarının daha büyük bir demokratik ivmeye dönüşebilmesi için düzen içi muhalefet ile düzen dışı muhalefetin stratejik bir ortaklığa gitmesi, demokrasinin tabanda derinleştirilmesi, yerel yönetimlerde yeni başarı öykülerinin yazılması, emekçilere yönelik saldırılara birlikte set çekilmesi gerek. Bu başarıldığında yeniden bir toplum haline gelmenin; laikliği, kamuculuğu ve hukuku yeniden kazanmanın imkânına kavuşacağız.