3-0 mağlup olduğu ilk Xamax maçının ardından rövanş için “Biz bu takımı İstanbul’da 5-0 yeneriz!” demişti, bu O’nun meydan okuyan birisi olduğunu en net anlatan ifadelerden biri olarak hafızalara kazındı. Hayatı boyunca meydan okudu Mustafa Denizli, futbolculuğunda İstanbul takımlarına meydan okudu çok istenmesine rağmen gitmeyerek. Sadece son senesinde Galatasaray’a geldi ve o da bir başka meydan okumanın başlangıcı içindi.

Teknik direktörlüğü zamanında da hep meydan okudu. Önce Galatasaray’ın başına geçti 90 puanla şampiyon oldu (Geçen sene 40 maçlık ligin şampiyonu 84 puan toplamıştı mesela) sonra Şampiyon Kulüpler kupasında yarı final oynadı, istese en azından 1 sene daha takımın başında durabilecekken Almanya 2. Ligine gitti. İngiltere’den 8 tane yiyen milli takımın başına geçti. Kendisi de 8 yedi ama futbol mentalitesinden vazgeçmedi. Kalktı Kocaelispor’a gitti.

Oradan yeniden milli takımın başına geçti Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final oynadı. Muadillerinin asla yapmaya cesaret edemeyeceği bir şeyi yaptı, Galatasaray’dan sonra Fenerbahçe’nin de başına geçti. 5 yıl sonra efsane Galatasaray’dan şampiyonluğu aldı. Oradan İran’a gitti döndü bu sefer de Beşiktaş’ın başına geçti. İlk yarıyı 6. bitirdiği ligde “26. hafta görüşürüz” dedi sezonu şampiyon bitirdi. Sağlık sorunları yüzünden teknik adamlığa ara verdi ama İran’dan yeni bir meydan okuma fırsatı gelince tekrar gitti. Yıllar sonra tarihin en kötü Galatasaray başkanı ve kadrolarından birinin başına da yine meydan okurcasına geçti. Takıma aldırdığı Donk bu sezon başına kadar takımın en kilit oyuncularından biri oldu, alındığı anda herkesin “bu kazmatorun ne işi var yaa?” dediği halde. Tam artık takım falan çalıştırmaz herhalde derken futbola başladığı, “Büyük Mustafa” lakabını kazandığı Altay’a yeni bir meydan okuma için geri döndü. Süper Lig’den senelerdir uzak olan Altay hiç değilse play-off’lara kalıp yükselmek istiyordu. Büyük Mustafa Altay’ı aldı lige çıkarttı. Bu hafta sonu ise sezonun mutlak favorilerinden biri olan Beşiktaş’ı yendi ve bir günlüğüne dahi olsa lider oldu.

Muadillerinin aksine “Bir defa büyük takım çalıştırdım artık belli bir seviyenin altında çalışmam” demedi Mustafa Denizli. Garantici de olmadı. 1-2 tanesi hariç bütün teknik direktörlük deneyimlerinde hep elini taşın altına soktu. Her zaman mütevaziydi hala da öyle. Durup racon kestiğini sesini yükselttiğini görmemişsinizdir duymamışsınızdır. Arada sinirlenip “İçimizdeki İrlandalılar!” benzeri söylemleri olur ama onları bile asla belli bir tonun üstünde dile getirmez. Dominant olmak için sesini yükseltme, tavrını sertleştirme gereği duymaz. Doğuştan dominanttır. Sevmeyeni vardır elbet ama nefret edeni yoktur. En azından teknik direktörlüğünü beğenmeseler de “Aaa efendi adamdır şimdi yukarıda allah var.” derler. 5 yıldır şampiyon olamayan takımı şampiyon yapar da “Takımı sen mi şampiyon yaptın zannediyorsun?” diye kendisi üstünde tahakküm kurmaya çalışan kerameti kendinden menkul başkanlara “Ne diyorsun lan sen denişik?” demez. Efendidir. Kazanmayı da kaybetmeyi de güzel becerir. Kazanırken ne kadar kaliteliyse kaybederken de o kadar kalitelidir. İnsandır neticede, ara ara elbet O da saçmalar ama hep belli bir aralıkta tutmayı başarır saçmalamalarını içinde bulunduğu futbol endüstrisinin diğer aktörlerine göre. Rakibine saygı duyar, kendisine saygı duyulmasını da ister elbet. Rakibi kendisine saygı duymazsa “Canları sağolsun” deyip geçecek bir insandır Mustafa Denizli.

Kariyeri kendisinden daha parlak olan teknik adamlar vardır ve olacaktır elbette ama kendisi kadar meydan okuyan bir başka teknik direktör ve futbolcu gelir mi ya da en azından biz görür müyüz yaşam süremizde bilemiyorum. Bu zamanda Anadolu’da 1 sezon parlayan kendini İstanbul’a atıyor, bir defa büyük takım çalıştırıp kazara şampiyon olan kendisine “hocaların hocası!” diye kart bastırıyor neredeyse. Ama işte “Büyük Mustafa” öyle kolay olunmuyor.