Büyük organizasyonların büyük yalanları oluyor. Kafa karıştırıyorlar.

Büyük organizasyonların büyük yalanları oluyor. Kafa karıştırıyorlar. Bunlar kapalı devre boru sistemi gibiler, içinden su akıyor da nereye gittiği belli değil. Benzetme keşke doğru olsa, o zaman liseli bilgilerimize başvurur sorunu çözerdik. Bilindiği gibi kapalı boruda suyun hangi yöne aktığını anlamak için boruyu ısıtmak gerekiyor. Isınan su, boruyu aktığı yönde ısıtacağından yönü tayin edebilme şansımız var. Organizasyon büyük, yalanı da büyük ya, onlar yine de suyun ters tarafa aktığını söyleyeceklerdir.

Alan derinliği mühim mesele. Örneğin uzaktaki cismin gerçekten uzakta olduğunu bize söyleyen şey nedir? Perspektif bilgilerimizden yararlanıp küçük olması gerektiğini söyleyebiliriz. Oysa kazın ayağı öyle değil, başka bir cevap bulmak gerek. Büyük organizasyon “Hayır,” diyor, “Gözünüz yanılıyor, cisim uzakta değil, üstelik küçük değil.”

Hayatı anlamak için farklı açılardan bakmayı öğrenmek gerek. Şu ana kadar gördüklerimizde nasıl gözlerimizle farklı açılardan bakınca farklı şeyler görüyorsak, olaylara da farklı açılardan bakmayı deneyebiliriz, belki de kaçırdığımız çok şey vardır. Durduğu yerden bakanın çok yanılacağı kesin.

Gördüklerimiz ya bizi yanıltıyorsa, peki ya gerçekten gördüğümüzü sandığımız her şey yalansa? Gözlerimiz ve beynimiz arasında yaşanan bu savaşta kim galip bilinmez ama sanki yenilen taraf biziz. Büyük organizasyon şüpheye düşürmekte de usta.

Büyük organizasyonların büyük yalanları oluyor.

Her şey bakış açısıyla ilgili dedik ya, bazen de biz seçemeyiz nerede duracağımızı. Bize seçilen yerden bakarız olanlara. Oradan bakın derler. İşte o zaman gerçeği görmek çok daha zorlaşır.

Aman dikkat! Baktığımız şeyleri tüm boyutlarıyla algılama şansımız yok. Çünkü aynı anda sadece bir yerde olabiliyoruz. Bu yüzden baktığımız şeyi doğru görmek için yetersiz kalabiliyoruz.

Gidiyor mu, geliyor mu?

Görüntü aldatmacası, bir perspektiften baktığımızda derinlik içerisinde trenin uzaktaki kalan kısmını daha küçük olarak görüyoruz ve trenin aslında hangi yöne gittiğini anlayamıyoruz.

Nesne olma mecburiyeti, demokratik kitlelerin kitlesel iletişim araçlarına kılavuzluk eden bir unsur olmak durumunda. Nesnellik, çatışma anlarında konuyla ilgili tarafların her birinin bakış açısını halka ulaştırmaya dayanıyor.

Oysa Gezi Direnişi’nde, Hatay’da Reyhanlı patlamasında, sınırda yakalanan Tır’larda, 17 Aralık’ta, Roboski’de, Rojava’da, Kobane’de, Soma ve Ermenek Maden Ocaklarında ölen işçilerle ilgili olarak bu böyle olmadı. Büyük kitlesel iletişim araçları kamuoyunu yalanlarla bilgilendirdiler.

Muhaliflerin sesini duyamadık. Çeşitli yandaş medyada ve TV kanallarında her iki tarafa ayrılan zamanları ölçsek karşımıza büyük organizasyona ayrılan zamanın yüzde doksan beşleri geçen bir oranla hâkim olduğunu görürüz.

Küçük İskender, ‘Bir Delinin Ot Defteri’nde: “Acı damak zevkine benziyor; dünya üzerinde coğrafi olarak farklılığı o yüzden. Çünkü kökeni, kökü olan bir kavram. Benzerliğini, birlikteliğini ortak tarihten, ortak suçluluk kompleksinden alıyor. Derdi olanın çektiğine kahır, iç sıkıntısı olanın çektiğine eza, özgürlüğü kısıtlanan / ortadan kaldırılanın çektiğine ise acı denir” diyor. Bizim ülkemizde büyük organizasyonun yaptıkları halkına acı veriyor.