AKP’nin faşist baskılarına karşı BirGün Gazetesi direniyor. Yeni kampanya yeni dayanışma modeli ile mücadele devam edecek.

Dünkü BirGün’ün ekonomi sayfası manşeti; “Cepte yangın var!” şeklinde idi. AKP güdümünde olmayan az sayıda medyada da benzer başlıklar mevcut; “Çarşı-Pazar yangın yeri” ya da “Fiyatlar el yakıyor” benzeri başlıklar bunlar.

BirGün’ün haberine göre, parakende fiyatları 1,24 artmış. Yine gıda fiyatları, bir önceki aya göre %4,7 artmış.

İstanbul’da iki-üç gündür ulaşıma yapılan zamlara karşı tepki eylemleri var. İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyük illerde 2005-2015 arası ulaşım fiyatları, 2,1 kat artmış. Üstelik, ham petrol fiyatları 2010 yılına göre 2,2 ve 2005 fiyatlarına göre ise, 1,43 oranında düşmüş iken. Burada dikta izdeşleri hemen devreye girip; “Dolar da sürekli artıyor ama” yollu kıvırmalarda bulunmakta. “İyi de bütün bunlar aynı sepetin içinde değil mi?” diye sormazlar mı? Sorarlar da yanıt verecek olan nerede? Böyle sorular gündeme gelince, türlü çeşit demagoji, sürü sepet dezenformasyon hemen devreye giriveriyor.

Gıda fiyatları deyince bu ülkede ilk akla gelen ekmek oluyor. O da zam yağmurundan payını aldı. Aynı şekilde et fiyatları başka bir örnek. 2015 yılında, 12,1 TL olan kırmızı et, 2016 başında, 45 TL’yi buldu. On yılda, neredeyse dört kat artış söz konusu. Mevcut durumda hemen AKP fırsatçıları devreye girip ithal eti gündeme getirmekte. Tabii burada da ayrı bir vurgun bulunmakta. 2005 yılında kırmızı et fiyatları 12,1 TL iken toplamda 14 bin 74 ton et ithal edilmiş. 2015 yılına gelindiğinde, kırmızı et fiyatı 45 TL’ye dayandığında toplam et ithalatı da 361 bin 742 tona dayanmış. Yani fiyatlar yaklaşık dört kat artarken, ithalat da 25 kat artmış. Demek ki ne oluyor, et ithalatı fiyatları düşürmüyor, tam aksine artış sürüyor. Öyle ise bu ithalat kime yarıyor, kimi zenginleştiriyor? Dönüp bir bakın dört dönemlik AKP iktidarında kimler köşeleri dönmüş!

Öte yandan bir de vergi vurgunu var. Sadece akaryakıttan elde edilen vergiler toplam vergilerin yüzde 20’sini buluyor. Asgari ücretli (bunu bulamayan milyonlarca kayıt dışı çalışanlar da dahil) 100 TL’lik benzin alırken 67 TL vergi verirken, Topbaş, Albayrak, Ciner, Koç vd. de aynı vergiyi veriyor. Sonra garib Memed’in cenazesi, bir avuç vatandaş tarafından kaldırılırken, Mustafa’nın cenazesin de yer yerinden oynuyor. Mevcut durumda, “Bu devlet benim devletim değil” deyince, hele hele “katil devlet” sloganı atınca topa tutulmak işten bile olmuyor.

Hal böyle iken vatandaş memnuniyeti sandık sonucuna endekslenince olay bitiveriyor. Goethe son nefesinde “Biraz daha ışık” demiş ya, biraz daha ışık, adalet, özgürlük demek için son nefesi mi beklemek gerekiyor?

AKP diktası baskıları arttırdıkça, muhalefet kıpırtılarına bile tahammülsüzlük sınırlarını zorladıkça, maişet motorunu karanlık sulara sürmeye devam ettikçe, demokrasi tenceresinin kapağını sıkın sıkı kapalı tuttukça içeride buhar birikmekte. Bu gidişle tencere bir gün patlar ama ne zaman? Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar derler, kurbağanın gözü patlamadan ne olacaksa olup bitmeli. Maişet motoru dedikte; Sait Faik’in “Medar-ı Maişet Motoru” adlı kitabı toplatılınca iyice bunalmış, bu sırada yapılan bir röportajda kahveci olmayı istediğini söylemiş. İnsanın bazen asude bir kır kahvesinde kahveci olası geliyor. Şöyle sırtını ulu bir ağaca dayayıp sessizliğin sesini dinlemek istiyor. Tam da bu günlerde, büyük patlamadan önce…