Türkiye’nin büyük patronları sendikalaşmanın önüne de büyük engeller dikiyor. Sendikalaşmanın küçük ve orta ölçekli işletmelerde çok zor olduğu doğrudur. Ama büyük patronların şirketleri de onlardan aşağı değil. Kurumsal şirket, köklü şirket, marka, vizyon-misyon, imaj işçi hakkını arayınca unutulur ve sınıf refleksi anında ortaya çıkar. Sendikalaşan işçi işten atılır ve envai çeşit sendikasızlaştırma taktiği uygulanır.

Alın size TÜSİAD eski Başkanı Muharrem Yılmaz’ın Sütaş’ı; Tekgıda-İş’e üye olmak isteyen işçileri işten attı. Alın size Deva İlaç; Petrol-İş’te örgütlenmek isteyen işçileri işten attı. Alın size Şişecam; Camiş Madencilik’te Kristal-İş’e üye olan işçileri ve Trakya Cam’da grev kırıcılığını kabul etmeyen beyaz yakalıları işten attı. Ve alın size Ülker: 70. yılında “Mutlu et mutlu ol” sloganıyla devasa bir reklam kampanyası yaparken Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş Sendikasından istifa edip DİSK Gıda-İş’e üye olan işçileri işten atarak mutsuz etti.

Türkiye’nin ‘dev’ markaları Türk Ceza Kanunu’nun suç saydığı bir eylemi pervasızca yapıyor, anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkını, temel bir insan hakkını ayaklar altına alıyor. Biri modern, biri cumhuriyetçi, diğeri muhafazakâr ama fark etmiyor. Sendika söz konusu olunca, işçinin hak araması söz konusu olunca aynı yerdeler.

Biliyorum, hemen şu itirazı yükseltecekler: “Sendikal nedenle atmadık. Verimsizlerdi. Kadro fazlası vardı. Amirlerine dik başlılık yapıyorlardı vs vs” Osmanlıda oyun çoktur, necip Türk sermayesinde bahane çoktur. Geçiniz! İşçi sendikal nedenle atıldığını söylüyorsa sendikal nedenle atılmıştır. Bu karinedir. Patron aksini söylüyorsa ispatla yükümlüdür. O nedenle yukarıdaki örneklerin tümünün sendikal nedenli olduğuna adım gibi eminim.

Hiçbir alımlı reklam kampanyası, hiçbir madrabazlık bu yalın gerçeği örtmez. 70. yılında “mutlu et, mutlu ol” ilanları verenlerin işten attıkları işçiye çektirdikleri zulmü hiçbir reklam örtemez.

Buradan geliyorum şu ilan meselesine. Ülker işçileri direnişteyken, BirGün ve Evrensel, Ülker’in ilanlarını yayımladı. Bu ilanlar epeyce eleştiri aldı. İlanları gördüğümde benim de canım sıkıldı.

Peki BirGün, Evrensel gibi muhalif gazeteler veya internet siteleri reklam almayacak mı? Elbette alacak. Abuk sabuk resmi ilanlar yanında ticari ilan da alacaklar. Bunlar bazen küçük bir pansiyon bazen büyük bir şirket ilanı olabilir. Önemli olan ilan verenin yayın politikasına etkisi olup olmadığıdır. BirGün’ün veya Evrensel’in ilan aldı diye yayın politikasını değiştireceğini düşünmek abesle iştigal olur.

Ticari ilanlar bir vaka, doğru! Peki hiç mi ölçü olmayacak? Bir ölçü olmalı. Örneğin Gezi’ye yapılmak istenen AVM’nin reklamı alınabilir mi? Veya ayrımcı, ırkçı bir yayının reklamı alınabilir mi? Soma AŞ’nin veya Torunlar İnşaat’ın reklamı alınabilir mi? Elbette hayır.

O halde muhalif medyanın ticari reklam almasında asgari ölçütler olmalı. Temel insan haklarını ihlal eden, iş cinayetlerine yol açan, çocuk işçi çalıştıran, sendikal nedenle işçi çıkaran şirketlerin reklamları; ayrımcı, ırkçı ve savaş kışkırtıcısı ifadeler içeren reklamlar yayınlanmamalı. Gazetenin maddi zorlukları bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak ticari reklamda bir ölçü ve ilke olmazsa ortaya trajik sonuçlar çıkar.

Evet, kapitalist bir düzende yaşıyoruz. Evet, gazete çıkarmak zor. Evet, gazetenin dönmesi gerekiyor ama bu düzenin sınırları içinde dahi suç ve ahlaksızlık olarak kabul edilen fiillere karşı durmak şart. Sendikalaşan işçiyi işten çıkarmak insan hakkı ihlalidir ve TCK’ye göre suçtur. Ayrıca her şey bir yana kendi haberlerini okuyabilecekleri birkaç gazeteyi açtıklarında gördükleri o reklamın direnişteki işçilerde nasıl bir duygu kırılmasına yol açacağını unutmamak lazım. Hiçbir reklam geliri bundan daha önemli olmasa gerek.

O ilanlar olmayaydı iyiydi. Ama o ilanlar kimseyi bildiği yoldan döndürmez. Ne gazetenin mutfağındakileri ne de okurları. O ilanlar işçinin ahvalini bilen hiç kimseyi mutlu etmez. Velev ki çikolata reklamı olsun...