Elimde Oxford Üniversitesi Yayını, Karşılaştırmalı Büyük Strateji isimli bu yıl yayınlanmış derleme bir kitap var. Kitabın ruhu ve kaygıları bizim gibi düşünenlere uzak; ama tam da bu nedenle önemli buluyorum. Kısaca özetlemek gerekirse kitap, dış politika açısından kayda değer “büyük stratejisi” olan ülkeleri inceliyor. Büyük strateji, ülkelerin dış politika alanında geniş bir coğrafya ve zamanda lehlerine etkiler yaratacak rol ve stratejiler üstlenmesi ve bu çerçevede siyasi-askeri bir çizgi izlemesi anlamına geliyor.

Kitap, ABD, Rusya, Çin, Fransa, Birleşik Krallık gibi gelişmişler yanında, Brezilya, Hindistan, İran, İsrail, Suudi Arabistan’ı izledikleri büyük stratejiler açısından bölümler halinde ele alıyor. Mesele şu ki, Türkiye bu kitapta büyük stratejileri çerçevesinde ele alınan ülkeler arasında yok! Aynı coğrafyada yer alan İran ve Suudi Arabistan değerlendirmeye alınırken, Türkiye’nin niçin bu kategoride görülmediği sorusunun önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu soru önemli çünkü Türkiye, daha doğrusu AKP iktidarı, bu türden bir büyük stratejisi varmış gibi davranıyor. Suriye topraklarında da aynı hava yaratılarak girilmedi mi? Ortadoğu Projesinin “kritik ortağı” Türkiye, Yeni Osmanlıcılık ve benzeri söylemleri yıllarca duyduktan sonra anlıyoruz ki, ulus-ötesi uzman çevrelerinin gözünde büyük stratejisi olan bir ülke olarak değerlendirilmiyor.

Elimdeki kitap bir ülkenin büyük stratejisinin varlığını, o ülkenin kendi tarihsel gelişimi ve yatkınlıkları yanında, geleceğe yönelik vizyonuyla da ilişkilendiriliyor. Bununla birlikte kitapta, ülkelerin büyük projesini hayata geçirebilmesi için, ellerinde bazı kritik araçların olması gerektiğinin altı da kalınca çiziliyor. Ekonomik kaynakların ve işbirliği ağlarının büyük projeyi destekleyecek düzeyde var olması en önemli araçlardan biri olarak görülüyor. İkincisi, projenin hedeflediği jeopolitik alanda inisiyatif sahibi olacak biçimde güçlü ve etkin ittifak ve ortaklıklar içinde olmanın altı çiziliyor. Üçüncü olarak askeri ve diğer alanlarda gelişmiş teknolojiye sahip olmak önemseniyor. Son ve en kritik araçlardan biri olarak da, bu tür bir büyük projeye uygun bir askeri gücün varlığına vurgu yapılıyor.

Ekonomik araçlar sadece güçlü ekonomiye değil, aynı zamanda bölgesinde ekonomi esaslı işbirliklerine sahip olmaya işaret ediyor. AB perspektifinin yok oluşunu bir yana koysak da, Ortadoğu’ya yönelik projesi olan bir Türkiye’nin, bu bölgede herhangi bir ekonomik işbirliği örgütlenmesi içinde olduğunu söylemek mümkün mü? Ama daha da kötüsü Türkiye’nin tam da böylesi bir dönemde tarihinin en problemli ekonomik çıkmazlarından birini yaşamasıdır. Trump, tam da bu kötü verilere bakarak, “seni batırırım” diyor! Ekonomi kötü de siyasal alanda durum iyi mi? Hadi içerideki bölünmüşlüğü bir yana bırakalım, Türkiye’nin bölgesinde ittifak yapabileceği herhangi bir ülke ya da güce işaret edebiliyor muyuz? Türkiye’nin teknolojik açısından bugün bölgede gerilim yaşadığı ülkelerde mahkum bir ülke olduğunu da not düşelim. Geriye Türkiye’nin ordusu kalıyor. Orada da NATO düzeyinde yaşanan sorunlara işaret etmek gerekiyor.

Neticede; içinde bulunduğu koşulların hemen hepsi tersini söylerken, Türkiye büyük stratejisi varmışçasına Suriye’ye ordusunu soktu. Aradan fazla zaman geçmeden Türkiye’ye dur denildi ve ateşkes kararı alındı.

Durumu anlamak açısından bir kez daha sormakta yarar var; Kimdir Türkiye’nin bu bölgedeki muhatapları? Sadece birinci dereceden adı geçenleri sayıyorum. ABD, Rusya, İran, İsrail, Suudi Arabistan! (Fransa, Birleşik Krallık, Çin’i saymıyorum) Kim bu ülkeler? Yukarıda saydığım kitapta büyük stratejiye sahip ülkeler olarak adı geçenler.

Türkiye’nin o kitapta ismi geçmiyor! Ama baktığım yerden asıl soru şu; bunu anlatmak bize mi kaldı?