Ankara ve İstanbul, belediyelerin kıskaca alınmasında özel bir noktada duruyor. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu başarısız kılmak adına yerel ve merkezi düzeyde tüm araçlar harekete geçiriliyor. Kıskaç siyasetinin tartışmasına girmeden temel bir durumu tespit edelim. Geçmiş deneyim kamuoyunda şöyle bir algıyı oluşturdu; “büyükşehirlerin patronu büyükşehir belediye başkanlarıdır”. Beğensek de beğenmesek de böyle bir algı var. Metropol düzeyinde ortaya çıkan başarılar da, başarısızlıklar da büyükşehir belediye başkanlarının hanesine yazılıyor. Dolayısıyla, davulun büyükşehir belediye başkanlarının boynunda olduğu bir durumla karşı karşıyayız.

Soru, tokmağın kimin elinde olduğu! Tabloya bakınca tokmak konusunda iki düzeyli bir durum görüyoruz. Bilindiği üzere, büyükşehirlerin meclis üyeleri, ilçelerden belli bir oranda gelen üyelerden oluşuyor. Hem Ankara hem de İstanbul’da, ilçeler düzeyindeki AKP hakimiyeti nedeniyle Yavaş ve İmamoğlu büyükşehir belediye meclislerinde azınlıktalar. Bu nedenle de, borç yetkisi alma, belediye hizmetlerinin fiyat politikalarını belirleme gibi konularda yetki mecliste olduğundan, istedikleri kararları aldıramıyorlar.

Bu konuda çarpıcı bir örnek geçen hafta Ankara’da yaşandı. Ulaşımdan sorumlu ana birim olarak EGO, 2013 yılından beri yeni otobüs alımı yapamamış. Filosu oldukça yaşlı ve 2013 yılında 1941 olan otobüs sayısı 1540’a düşmüş. Bu sürede nüfusun 500 bin arttığını da belirtelim. Yaşlanan otobüslerin kullanım dışı kalmasıyla yakın zamanda 125 otobüsün daha hizmet dışı kalacağı söyleniyor. Kısaca bir şeyler yapılmazsa, Ankara’da toplu taşımacılık krizin eşinde!

Bu noktada, EGO’nun 300 yeni otobüs alımının finansmanı için düşük faizli bir dış kredi bulduğunu da biliyoruz. Ne var ki bu konuda Büyükşehir Meclisi’nin borçlanma için izin vermesi gerekiyor ve konu Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’na geldiğinde AKP ve MHP’li üyelerin muhalefeti ile karşılaşıyor. Dış kredi kullanımı konusunda benim de kaygım var ancak belediye meclisindeki muhalefetin aynı saiklerden hareket etmediğini, Mansur Yavaş’ın dile getirdiği “dinazor” türü alımlardan biliyoruz.

Şimdi Mansur Yavaş, konuyu kamusallaştırmaya ve meclis üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturarak onay almaya çalışıyor. Bu yazı okunurken, konunun mecliste görüşülmüş olacağını da not edelim.

Bu olayı detaylı anlatış nedenim şu; Ankara ya da İstanbul, bu kentlerde ulaşım ve benzer alanlarda çıkan sorunlardan ve yaşanan başarısızlıklardan birinci derecede sorumlu olan Belediye Başkanları, çok çeşitli bazen de kritik konularda muhalif meclis üyelerinin engellemeleriyle uğraşıyorlar. Bu durum demokratik işleyiş içinde anlayışla karşılanabilir. Lakin gelinen noktada, belediye başkanlarına atfedilen rol ve sorumluluklarla, karar alma süreçlerindeki güçleri arasındaki makas, başkanlar aleyhine giderek açılıyor.

Yukarıdan uygulanan kıskacı da bir başka yazıda ele almak üzere buraya sıkıştırayım. Büyükşehir belediye başkanlarını daha derin biçimde işlevsizleştiren ve özerkliklerini aşındıran süreç, merkezi yönetimden ve daha özel olarak da Cumhurbaşkanı’nın kentlerin yönetimine müdahil oluş biçiminden kaynaklanıyor. Kanal İstanbul konusunda Cumhurbaşkanı’nın İmamoğlu’na yönelik “sen otur işine bak” yanıtı çarpıcı! İstanbul’un geleceğini dramatik biçimde etkileyecek devasa bir proje konusunda kentin seçilmiş en yüksek ünvanlı yöneticisine, “bu senin işin değil” deniliyor.

Büyük projeler konusu işleri değilse, bu derece dramatik projelere tavır alamayacaklarsa, metropol belediye başkanlarının işi nedir? Dahası unvanlarının başında niçin büyükşehir yazıyor? Eğer “küçük işlerle” uğraşın deniliyorsa, orada da problem var; içme suyu ve otopark fiyatlarını belirleyip, otobüs alımına bile karar veremiyorlar! O zaman kaldırın gitsin…