Haydar Ergülen’in yeni kitabı ‘Büyülendiklerim’in farklılığı; bir dönemi, bir türü yahut bir akımı ele almayışının yanı sıra bu yazarlara dair edebi değerlendirmeleri, eleştirileri anılarla bezeyen samimi üslubunda yatıyor.

Büyülenen büyüklenmez!

Selçuk ÖZBEK

Şair, yazar Haydar Ergülen’in yeni kitabı 'Büyülendiklerim', Sol Kültür Yayınları etiketiyle kitapçılardaki yerini aldı.

Kendisi de büyülendiği bu yazarlar gibi büyüleyici bir edebiyat insanı olan Ergülen’in alçakgönüllükle kaleme aldığı yazılar, Türk edebiyatına damga vurmuş isimlerin birer büyülü portresi.

Bu kitabın farklılığı ise; bir dönemi, bir türü yahut bir akımı ele almayışının yanı sıra bu yazarlara dair edebi değerlendirmeleri, eleştirileri yer yer anılarla bezeyen samimi üslubunda yatıyor. Sabahattin Ali’den Yaşar Kemal’e, Latife Tekin’den Tezer Özlü’ye, Orhan Kemal’den Murathan Mungan’a, Füruzan’dan Tomris Uyar’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Fakir Baykurt’a, Sait Faik’ten Hulki Aktunç’a, Ayfer Tunç’a çeşitli isimleri Haydar Ergülen’in gözünden görmek, anlamak yeni bir ufuk açıyor.

Kitabın hazırlanma sürecindeki emeği bilen biri olarak yazabileceğim çok şey olsa da sözü bu büyülü yolculuğun makinistine, Haydar Ergülen’e bırakmak yerinde olacak.

Klasik soruyla başlayalım. Kitabın adı niçin 'Büyülendiklerim'?

21 romancı ve öykücü ile çok sevdiğim eleştirmen Fethi Naci üstüne toplam 22 yazı var kitapta. ‘Büyülü Gerçekçilik’ akımını beni büyüleyen şeyler olarak anlıyorum ve öyle okuyorum. Elbette bu adlarla sınırlı değil, öte yanda şair ve denemeciler de var büyülenerek okuduğum ama bu kitapta sadece 21 yazara yer verdim ve onlar hakkında yazdığım birer yazıyı aldım.

buyulenen-buyuklenmez-1020427-1.

Çocukluğumdan başlayarak edebiyatı büyülü bir yer ve okumayı da büyüleyici bir etkinlik olarak gördüğüm ve yaşadığım için, mevcut şiir ve deneme kitaplarımdan sonra, roman ve öykü üzerine yazdığım bu ilk kitabın adını da 'Büyülendiklerim' koydum. Ve büyülü bir deyim olarak Gezi’den beri her yerde her şeyde kullandığım üzere burada da “bu daha başlangıç!” diyorum. Yalnızca ustalar yok, tıpkı şiirde, denemede olduğu gibi daha genç kuşaklardan okuyup büyülendiğim adlar da var elbette, eskisi yenisi, kalfası genci, Kemal Varol, Şule Gürbüz, Melisa Kesmez, Aslı Erdoğan, Burhan Sönmez, Cemil Kavukçu, Barış Bıçakçı, Şükran Yiğit, Murat Uyurkulak, Sema Kaygusuz, Murat Gülsoy, Mahir Ünal Eriş, Seray Şahiner, Murat Çelik, Yavuz Ekinci, Murat Özyaşar, Selçuk Altun, Ahmet Büke, Kamil Erdem, Cem Akaş, Süreyyya Evren, Faruk Duman, Nedim Gürsel, Ece Temelkuran, Ercan Y Yılmaz, Vüsat O. Bener, Barış İnce, Bilge Karasu, Gaye Boralıoğlu, Karin Karakaşlı ve dahası var.

Kitapta birçok farklı tür ve edebiyat insanı buluşuyor. Ama bunların ortak özelliği sizi büyülemeleri. Bu nasıl bir büyü?

Yazının bir gücü, zamana yayılan bir etkisi var kuşkusuz. Bende bunlardan önce o yazının yol açtığı bir büyü oluşuyor. Şaşkınlık, hayret, sevinç, adeta imkânsızın gerçekleştirilmiş olması duygusundan oluşan, zaman zaman rüyanın da katıldığı bir hal bu. Sait Faik’in bu kadar doğal fakat bu kadar da akıcı yazması, benim onu su gibi okuyuşum, Yaşar Kemal’in, insanın doğa tarafından yaratıldığını anlatan destansı yazısı, Tomris Uyar’ın her durumdan bir öykü çıkarmayı vazife bilen ve yitirilmiş anların, duyguların tadını unutulmaz kılan öyküleri, Hulki Aktunç’un, hele Hulki’nin, canım dostum, hem bu toprakların dillerinin hem de evrensel edebiyat dilinin acayip bir karışımı mı desem bireşimi mi yoksa buluşması mı, onlarla kaleme aldığı benzersiz öykülemeleri, Selim İleri’nin bir gösteriden ibaret olmayan vefasıyla nerdeyse tüm edebiyatımıza sahip çıkarken unutulmuş ve unutulmaz yazarlarımızı roman kahramanı kıldığı yapıtları, Ayfer Tunç’un tüm geleneklerden el almışa benzeyen ama benzersiz bir anlatı kurarak eşsiz bir lezzet sunan romanları, Aslı Erdoğan’ın psikolojik olanla kaotik olanı müthiş bir yaşanırlık içinde buluşturduğu kitapları, Burhan Sönmez’in büyük acıları, zulmü, işkenceleri, kayıpları, insan ruhunun zedelenmesini anlatırken kaybolmayan umudu diri tuttuğu kadar edebiyata getirdiği tazelik, yenilik hissi ve dipdiri diliyle yeniden okunur kıldığı politik romanı...Yazıyı bir olanak olarak görmekle yetinmeyip, onu gerçekliğin tüm hallerinde işler kılmak, bunu yaparken oyun duygusunu hiç ihmal etmemek, yazının, tıpkı şiir gibi bir dil işi olduğu bilinciyle davranmak ve yazının da hayat kadar şaşırtıcı olduğuna iman etmek... İşte buna benzer cümlelerle tanımlamaya çalıştığım her yazıdan, yazardan büyüleniyorum. Türkçe yazanlarla sınırlı değil elbette, Roberto Bolano’dan Robert Arts’a, Bohumil Hrabal’dan Velibor Çoliç’e, Georgi Gospodinov’dan İsmail Kadare’ye, Jenny Erpenpeck’den Danilo Kis’e, Alexander Hemon’dan Alejandro Zambra’ya, Mathias Enard’dan Alvaro Reyes’e, Tatyana Tolstaya’dan Alberto Manguel’e, daha pek çoğuna dünya kadar büyülendiğim yazar var. Büyü sürüyor.

Bu yazarların yazın hayatınıza etkilerinden bahsetseydiniz ne derdiniz?

Büyülenen büyüklenmez! Büyülenmek, büyüklenmemektir. Bazıları tek bir yazarı sever bazıları birkaç yazarı seçer, benim çok, pek çok sevdiğim yazarlar, şairler var elbette, ama bunlar ikiyle üçle sınırlı değil, onların sayısı da pek çok! Ben hiçbir şey yazmasaydım, yalnızca bir okur olsaydım da çok etkilenirdim, bir defa hayatıma zenginlik, renk, tat, koku, lezzet, dostluk katarlardı, eh bunlar birkaç ömre yetecek etkiler zaten. Öte yandan hem okuru hem benim gibi şiir ve deneme yazan birini de yazmaya kışkırtan, heveslendiren adlar bunlar, onlarla yeryüzünü, yaşamı, doğayı daha farklı gördüğümüze hiç kuşkum yok. Gençken okudum pek çok romanı, sonra şiir, deneme, öykü, siyaset, tarih, felsefe, sosyoloji, tasavvuf, gezi, eleştiri derken hem ilgi alanlarımın artması hem de bu alanlardaki kitaplara ağırlık vermem nedeniyle daha az roman okumaya başladım, elbette epey okuyordum yine, ama diğerlerine bakarak az sayılırdı bunlar. Son 5-6 yıldır tekrar romana döndüm ve belki şimdi en çok okuduğum tür roman, öyküyle birlikte. Müthiş şeyler! Hemen hepsini altını çizerek okuyorum ve bazen kaynak belirterek şiirlerime alıyorum. Yani şiir sandığımız kadar uzaklarda değilmiş, romandaymış! Bunu yapan ben gibi başka adlar da biliyorum onlar da büyüleyici şairler, adlarını anarsam, kendini onlarla bir tutuyor derler... diye söylemiyorum! Çooooook sevdiğimiz, şimdi aramızda olmayan büyüleyici bir şairimiz aynı zamanda o romanların kıyısına da pek çok not alırdı, belki de okuduğu romanın esiniyle gelen dizeler... Laf aramızda, ben de öyle yapıyorum!

Kitapta “O bize büyülendiğimiz birçok yazarı tanıtmıştı” diye tanımladığınız Fethi Naci’ye de yer veriyorsunuz. Bu vesileyle antolojilerin, derlemelerin önemini sormak isterim.

Şimdi de eleştirilerinden çok yararlandığım eleştirmenler var, başta Semih Gümüş, Ömer Türkeş, Feridun Andaç olmak üzere, akademiden gelen adlar da var, hem araştırma inceleme hem eleştiri yazan. Füsun Akatlı’yı da unutamam, eleştirmen demek mi gerekir bilmiyorum ama öykü ve roman üstüne çok hoş yazılar okudum ondan. Fethi Naci tabii hem eleştirisinin sağlamlığı, ki bu aynı zamanda sertliği ve dobralığı, açıksözlülüğü anlamına da gelir ve yeni, genç yazarlara da yönelmesiyle de uyarı görevini de yapar, işaret de ederdi. Çok sevdiğim, şiiri de çok seven değerli ve hoş bir insandı. Memet Fuat, Mehmet H. Doğan gibi Naci abi de yokluğuyla hem üzüntü hem boşluk bırakan bir isim. Dünya görüşünün de doğrultusunda yol göstericilerden biriydi. O antoloji, derleme yapmadı ama burada şiirin, öykünün, denemenin Türkçedeki büyülü adlarından Murathan Mungan’ın bu konudaki özverisini, çabasını ve çalışkanlığını da anmak gerek. Pek çok konuda, Türkçe, erkekler, kadınlar, Dersim, askerlik, trenler, vapur, resim, vb öykü derlemeleri yapıyor ve yaşayan yazarlara bu konularda öyküler yazdırıyor. Kutlanası bir iş.

Kitabın adı her ne kadar 'büyülü gerçekçilik' temasına işaret etse de; Toplumcu Gerçekçi, Sosyalist Gerçekçi, Eleştirel Gerçekçi, Memleket Gerçekçiliği, Kasaba Gerçekçiliği gibi, nice gerçekçiliğe yahut gerçeğe atıf yapıyorsunuz. Büyü ve gerçeği bir arada düşününce ne söylemek istersiniz?

Büyülü Gerçekçilik kavramından yola çıktım ama derdim gerçekçilik türleri üzerinde durmak değildi, bu büyülendiklerimi dile getirmek için uygundu ve elbette Latin Amerika edebiyatında başta Marquez olmak üzere bu türde yapıtlar veren pek çok yazarı da okumuş ve sevmiştim. Toplumcu Gerçekçilikten Eleştirel Gerçekçiliğe ve başka bildiğim bilmediğim gerçekçiliklere, ayırmadan büyülendiklerimi yazmak, daha doğrusu teşekkür etmek istedim. Öte yandan gerçeğin hayli büyüleyici olduğunu düşünüyorum ve büyü de gerçekliğin gökkuşağı olarak geliyor bana, yani gökkuşağı gerçekçiliği de diyebiliriz buna. Ece Ayhan’ın 'Yort Savul!' şiirinde, “Daha yavuz bir belge var mıdır ha/ gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?”dizesini de anarak, en büyülü halin gerçekçilik olduğunu söylemek isterim.

Ülke gündemiyle ilgili bir soruyla tamamlayalım; yaşadığımız günleri yazsaydınız hangi gerçekçilikle anlatırdınız?

Düpedüz Gerçekçilik, Koyu Gerçekçilik... “Günlerin bugün getirdiği/baskı, zulüm ve” gericiliktir, tek adam rejimi otoriter bir yönetim uygulayarak sultanların bile sahip olmadığı sınırsız hakla özgürlükleri kısıtlamakta, tüm ülkeyi parti devlet kuşatmasıyla sıkıştırarak, kendinden olmayana yaşam hakkı tanımamaktadır. Görünen o ki kayyum atadığı belediyelerden sonra şimdi de batıdaki belediyelere operasyonlar düzenleyerek, oralara da kayyum atamayı gündeme getirecektir. Bi’ dakka, koyu dedim ama hiç koyu moyu değil, düpedüz dediğim gibi, Apaçık Gerçekçiliktir belki de bu dönemi en iyi anlatacak olanın adı! Söyleşi için eline sağlık, kitabın hazırlanmasında ve redaksiyonundaki büyük emeğin ve katkın için çok teşekkür ederim. Sol Kültür’de çalışan tüm arkadaşlara da.