Devletin ikiyüzlü olduğu her yerde biz doğru ve net olmalıyız. Acılardan kaçmadan, gerektiğinde tüm insancıllığımızla yüreğimizde hissederek öfkeyi diri tutmalıyız. Yetişkinlik bunu gerektirir, ahlakı apış arasında aramayı değil, yaralılardan kaçmayı değil, sınırları kaybetme korkusuyla dünyanın adaletsizliğini reddetmeyi değil.

Büyüme çocuk ortam bozuk

NESLİ ZAĞLI

Bu yazımı yetişkin hayatı ve ona dair ironik değerler üzerine yazmayı planlamıştım. Yetişkinliğe dair süreçler, değer yargıları, kalıplar ve bizleri boyunduruk altına alan tüm o yükler, yorgunluklar. Ancak bir gün bile durulmayan memleket gündemi bir kadın cinayetiyle yine köpürdü. Her yıl yüzlerce kadın, erkek şiddetine kurban gidiyor. Bu seferki fark bir kadının katledilişinin görüntülerine de erişmiş olmak ve yoğun bir isyan duygusunu tetikleyen diyalogların da yakıcı bir şekilde önümüzde akması. Üstelik bir çocuğun varlığında, o artık bir çocuk olamasa da. Çünkü çocukluk onun için 10 yaşına ulaşamadan bitti, o da diğer mağdur kardeşleri gibi küçük yüklü bir yetişkin artık. Yetişkin hayatının zehirlerinden biri de buydu işte. Belki normalde bahsetmekten kaçınacağım ama aslında hayatımızda hiç kaçınılamayacak olan. Şiddeti besleyen, meşrulaştıran, hatta tetikleyen bir sistem içinde binlerce çocukluk yitip gidiyor. Şiddete seyirci kalarak büyüyoruz, şiddete uğrayarak ve insanlığın en büyük ayıpları dünyamızın, ruhsallığımızın, çocukluğumuzun ortasına bomba gibi düşüyor. Hayata yenik başlıyoruz, yaralarımızı saramadan ayaklarımızı sürüye sürüye dalıyoruz yetişkinler dünyasının içine…

Onlarca yaralı insanın öyküsünü dinledim. Tacize, tecavüze, psikolojik ve fiziksel şiddete birebir veya dolaylı olarak maruz kalmış insanları. Yaralarını sarmış, baş etmeye çalışan ve travmanın yarattığı ölgünlükten silkinmeye çalışan insanlar da var, ayaklarını sürüye sürüye gittikleri kıyılarda demir atıp kalanlar da… O an/anlar zihinde bir mihenk taşı gibi çakılı kalır çoğu zaman. Çünkü travma mağduru o noktadan itibaren kırılır ve parçalara bölünür. Kalan ömür o parçaları bir araya getirme sürecidir. İnsan canlısı inanma ihtiyacıyla doğar. Anneyle yaşanan büyülü masal dünyasına, ötekilerin doğruluğuna ve tutarlılığına, dünyanın adaletine… Travmayla bu inanç çatırdar, kendine, diğerlerine, dünyaya ve adalete olan inanç da. Oysa bir insan inanmadan nasıl yaşar, nereye sığar un ufak olunca? Travmaların içinden çıkan insan da hiçbir yere sığamaz, hiçbir yere ait olamaz. Yaralarını kâh sarıp, kâh saklayarak devam etmesi gerekir. Onları da aramıza katıp tramvalarını bilerek hissederek anlayarak mücadele etmeliyiz. Hep beraber ayağa kalkıp savaşmalıyız.* gibi bir şey olabilir.

Travmaların en karanlık yüzünü ortaya koyduğumun farkındayım. Mağdurlara umut ışığı olabilecek öyküler elbette var. Bu kişiler kimi zaman aile veya sosyal çevre tarafından kayda değer bir destek alır, kimi zaman da destekleyici ve sağaltıcı ruh sağlığı hizmetlerine erişimi vardır. Maalesef bu kurbanlar azınlıktır. Örneğin ensestin, cinsel ve fiziksel şiddetin, tecavüzün, kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir ülkede devlet eliyle verilen destek o kadar sınırlı ki. Bu çalışmaları daha çok Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve dernekler yapıyor. Bu memlekette koruyucu ruh sağlığı politikaları olsaydı, travma mağdurlarının yaşadığı ve bir ömür yaşayacağı kabus önlenebilirdi. Çünkü travmaya maruz kalan kişilerde travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozukluğu, depresyon, uyku bozuklukları vb. birçok ruhsal bozukluk travmaya maruz kalmamış kişilere göre katlarca fazla. Ancak Emine Bulut’un kızı ve diğer onlarca çocuk korunup kollanmayacak şiddeti körükleyen merciler tarafından.

Şunu özellikle belirtelim: Mevcut iktidarda korkunç bir ivmeyle artan şiddet, taciz ve tecavüz olgularının altında mevcut iktidarın yerleştirmeye çalıştığı gerici, baskıcı, faşizan zihniyetin izleri vardır. Toplumda veba gibi yayılan bu insanlık dışı eylemlerin geri döndürülmesi için tek çıkar yol toplumsal zeminde birlik olmaktır. Böyle bir zemin ancak gerçek, içten ve kapsayan bir toplumsal bağ ile mümkündür. Biz de bu acıların sesini duyan, derinlerine dokunan insanlar olarak tüm travma mağrurlarından sorumlu olmalıyız. Bir profesyonel olarak değil ama toplum olarak. İnatla devletin bu travmalar konusundaki sorumluluğunu hatırlatırken kendimiz de travma mağdurları koruyup kollamalı, bireysel çaresizliklerine terk etmemeliyiz. Şiddetin, cinayetin, ensestin psikolojik sonuçlarını uzmanlardan öğrenmeliyiz. Önüne Google düşen kendine veya yakınına tıbbi bir tanı koymak için onlarca kaynak okuyor. Senelerce aile içi şiddete maruz kalmış bir tanıdığımıza nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğrenemez miyiz?

Biliyorum bir nokta gelir ve tüm çabalar beyhude kalır. Emine Bulut’un kızının bir arda kalan suçluluğuyla yanmasını engellemek çok zor. Ne kadar da akıl almaz bir şekilde engel olamadığı cinayet için kendine pay çıkaracak, inanılır gibi değil ama travma süreci böyle işler, yas işi böyle. Annesi olmadan uyuyamayacak yaşta bir çocuğu nasıl avutabiliriz? Bunları yazmakta bile zorlanırken binlerce kez tekrarlanan bu cinayetler zincirine karşı keskin durmalıyız. Bu cinayetlerin politik olduğunu ve sadece toplumsal reflekslerimizle hafifletilebileceğini unutmamalıyız. Yetişkin hayatımızı ve ahlakımızı yaralı dostlarımızı kollayacak şekilde düzenlemeliyiz. Devletin ikiyüzlü olduğu her yerde biz doğru ve net olmalıyız. Acılardan kaçmadan, gerektiğinde tüm insancıllığımızla yüreğimizde hissederek öfkeyi diri tutmalıyız. Yetişkinlik bunu gerektirir, ahlakı apış arasında aramayı değil, yaralılardan kaçmayı değil, sınırları kaybetme korkusuyla dünyanın adaletsizliğini reddetmeyi değil. Emine Bulut huzur bulsun, yavrusu hep bizde olsun.

*İzmir, Alpaslan Mahallesi'nden bir duvar yazısı

buyume-cocuk-ortam-bozuk-616394-1.