Toplumların gelişmişlik ve refah düzeyini çok/az para, hızlı/yavaş büyüme, genişleyen/daralan istihdam ve artan/azalan rekabete dayandırarak açıklayan neoliberal politikaların sonuç hanesinde bugün büyük harflerle kıtlık, kuraklık ve açlık yazıyor. Bir hedef olarak büyüme, iştahı yedikçe artan bir canavara dönüştü. İnşaat ekonomisi şehirleri havasız bıraktı. Endüstriyel tarım ve hayvancılık dünyanın su ve toprak kaynaklarını sömürdü. Yerel üretim yerine, dünyanın bir ucundan diğer ucuna mal taşınması teşvik edildi, fosil yakıt kullanımı arttı. Ekosistemin bir bütün olarak çöküşe geçtiği, toplu ölümlerin yaşandığı, çok kritik ve dönüşü her geçen gün zorlaşan tehlikeli bir noktadayız. Halimiz, dümdüz perişanlık, rezillik.


***

Küresel ısıtma ve iklim krizi artık çoğumuzun duyduğu, az çok fikir sahibi olduğu bir konu. Yazın meydana gelen sel ve yangın felaketleri, konunun ciddiyet ve aciliyetini gündemimize dayatan acılı deneyimler oldu. İhtiyaçlarımızın karşılanmasında doğanın bir araç olduğu yanılgısına düşen biz insanlar, ekosistem yerine kendi egosistemimize bağlı yaşama ısrarımızın yıkıcı sonuçlarıyla burun burunayız artık. İnsanın doğa ile etkileşiminde yaptığı hadsiz hataların artık durdurulması gerektiğiyle ilgili, özellikle genç kuşakta ciddi bir farkındalık ve itirazın oluşması kuşkusuz umut verici. Tüketim alışkanlıklarında çevreye duyarlı yöntemleri tercih edenlerin sayısı da gün be gün artıyor. Ancak not etmek gerekir ki, bireysel çabalarımızın kıymeti ve önemi bir yana, sorunun çözümü, sorunun asıl kaynağı olan o ‘çok gelişmiş’ devletlerin sömürgen ve kemirgen iktisadi tercihlerini değiştirmesinde yatıyor.

***

AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta New York’ta gerçekleşen BM Genel Kurul Toplantısı’nda yaptığı konuşma ile sera gazı salınımının azaltılmasını hedefleyen ve bugüne kadar 197 ülkenin üzerinde uzlaştığı Paris İklim Anlaşması’nı TBMM’ye getirerek onay sürecini başlatacaklarını duyurdu. 2008 yılında memleketi Rize’de yapılan HES’lere, dereleri kurutacağı öngörüsüyle karşı çıkan çevrecilere kızmış ve “boş vakitlerini değerlendirmek için yaptıkları bir iş, asıl çevreci benim, çevrecinin daniskasıyım” diyerek tepki göstermişti. On üç yıl sonra BM’de yaptığı konuşma ile bu çevreci yaklaşımını bir adım daha ileri taşıyarak, liderliğinin 2053 vizyonunun en kritik hedefinin yeşil kalkınma devrimi olduğunu ilan etti.

***

Her ay birkaç alanda şahlanışa geçilen bir ülkede yaşadığımız için, ani irtifa artışlarıyla oksijen yetmezliğinden bayılmamayı öğrendik. Dolayısıyla, bayram değil festival değil, nereden çıktı bu yeşil devrim diye merak ediyoruz soğukkanlılıkla. İstanbul’un sayılı parklarından birini canı pahasına koruyan insanlar ağır cezada yargılanıyorken, Marmara Denizi’nin ölüm ilanı verilmişken, dikey mimariyle kaza kaza toprak, dele dele gökyüzü bırakılmamışken, mahkeme kararı uygulansın diye korularda insanlar nöbet tutarken, dereler göller birer birer kurutulup kıyılar, denizler doldurulurken, şehirlerin su ve oksijen depolarının üzerlerinde çılgın proje düşleri kurulurken… Erdoğan’ın ilanıyla, Türkiye iklim değişikliğinde öncü rol üstelenmeye hazırlanıyor.

***

Ve evet, yeşil kalkınma devrimine Rusya ile yeni nükleer santraller yapmayı planlarken adım atıyoruz. Düşük faizli kredilerle beton-inşaat rantının canlı tutulacağı bir ekonomik programı uygularken dert ediniyoruz küresel ısıtmayı. İnsanları yerinden eden savaşlara burnumuzu sokarken aklımıza geliveriyor küresel sistemin adaletsizliği, daha adil bir dünyanın gerektiği! Çünkü orada bir fon var uzakta, hem de yemyeşil. Türkiye, Paris Anlaşması’nın iklim değişikliğine uyum sağlayabilmeleri için gelişmiş ülkelerin (zengin), gelişmekte olan (fakir) ülkelere yardım için oluşturduğu 100 milyar dolarlık yeşil iklim fonundan yararlanmak istiyor. Bir yandan, yoksulluğumuzun dünyaya samimi bir duyurusu olmuş. Diğer yandan, kemerlerinizi bağlayın, çifte yeşil kalkınma devrimine doğru uçuşa geçiyoruz.