Şükürler olsun; nihayet bizleri de düşünen birileri çıktı. İstanbul’da bir psikiyatri profesörü, şaka yapmadığını da vurgulayarak, Twitter hesabından “Cumhurbaşkanı’nı kabullenemeyen” insanların tedavi edilmesi gerektiğini söyledi!

Öyle de yüce gönüllü ki, “sayıları azalmasına rağmen” bu “hazımsızlar” grubunu tedavi etmek için gerekli emeği, enerjiyi, kaynağı harcamaya hazır. Üstelik, hazımsızların tedavisinin hazmedilemeyen cumhurbaşkanına hiçbir yararı yok. Tedaviden fayda görecek olan sadece hazımsızların kendisi.

Psikiyatri ve meslektaşı profesörün önerileri yazarımız Prof. Selçuk Candansayar’ın ilgi alanına giriyor. Yine de, onun affına sığınarak, bana da terapi öneren profesörün gayet ciddi önerisi üzerine bir iki laf etmek istiyorum.

Tarihte psikiyatrinin zorbalığın, faşizmin hizmetine sokulduğu dönemler oldu. İsyankârların, muhaliflerin, müesses nizamı sorgulayanların “Aklından zoru olmasa böyle yapmaz” diye kapatılıp “tedavi” edilmeleri fikri hiç yeni değil. Kapitalizmin gelişim serüveninin başlangıcında da, üretimin dışına düşenler kapatılıyor, kapatıldıkları yerde yeni bir çalışma düzeninin içine girmiş oluyorlardı.

O kadar geriye de gitmeye gerek yok, düzene “uyumsuz”ların “Aklından zoru olmasa böyle yapmaz” diye, deli damgası da vurularak “tedavisi20. yüzyılın da pratiğidir. O kafa, bir “tedavi yöntemi” olarak elektrik şokunu da hem akıl hastanesinde hem de hapishanede kullandı. Şahsen de iyi bilirim!

Profesörün, “Şaka yapmıyorum” vurgusuyla ve “Bir psikiyatr olarak gerçekten önemle tavsiye ediyorum” diye önerdiği “kabul ve kararlılık terapisi”nin elektro şok içerip içermediğini bilmiyorum.

Bir sosyolog olarak, “Şaka yapmıyorum”, ben de böyle önerileri olanların bir şekilde “tedavi edilmesi” gerektiğini düşünüyorum.

Sayıları giderek azalsa da hâlâ seçilmiş cumhurbaşkanını kabullenemeyen insanların “ruhsal durumları çok ilginç”miş. Öyle diyor profesör!

İnsanlar kendilerini rahatsız eden durumları kabullenmekte zorlanıyorsa, yaşadıkları zorluk zamanla ruhsal bir huzursuzluğa dönebilir”miş. “İnsanların çoğu kabullenmeyi sevmek ya da benimsemek gibi düşündüğü için cumhurbaşkanını bir türlü kabullenmeye yanaşmıyor”muş. “Oysa kabullenmek hayatta değiştiremeyeceğin durumlar olduğuna ikna olmak” demekmiş. Ellerinden gelen her şeyi yapıp, hatta o olmasın da kim olursa olsun diye benimsemedikleri birine de oy verdikten sonra, yapacak hiçbir şey kalmadığı halde, seçilen cumhurbaşkanını hazmedememek asıl o hazımsıza zarar verirmiş!

Doktorun hazımsıza acıyıp terapiye tedaviye giriştiği nokta da burası işte!

Hazımsızlığın hazımsıza zarar verdiğini kabul ederim, ama hazmedilmeyenin “seçilmiş bir cumhurbaşkanı” olduğu teşhisi doğru mu?

Hazmedilemeyenlere dair sadece birkaç örnek:

Yatıp kalkıp sandığın kutsallığından söz eden ve tüm gücünü de oradan aldığını söyleyen bir iktidarın/anlayışın, oyların yüzde 86’sını alarak sandıktan çıkan bir rektör adayını atamaması…

Seçimi ve sandığı kutsayanların, hiçbir seçim sürecinde rakipleri ile adil bir tartışmaya girmemesi, medyanın (hem de devlet kanallarının) yalnızca kendi sesine yer verdiği, rakipleri ile (misal Trump gibi) halkın karşısına çıkmayı reddedip onlara sağlıklı bir seçim hakkı vermemesi…

Muhalefetle de uyum içerisinde, Meclis’te gayet hızlı cinsel istismar düzenlemesi yapılırken, son anda birden yeni bir öneriyle, MHP’ye bile “Bu kadarı olmaz” dedirten, istismarcıyı kurtarıcı düzenleme yapılması…

Bir gazetenin ve gazetecilerin o haberi neden öyle yaptın, o yazıya niye böyle başlık attın diye yargılanabiliyor olması, tutuklanması…

Listeyi uzatmak mümkün… Kısacası, hazımsızlık seçileni kabullenmemekle ilgili değil, seçilenin demokratik normlar açısından hazmı imkânsız pratiklerini kabullenememekle ilgili.

Bir sosyolog olarak, şaka yapmıyorum, bu pratikleri hazmedebilen ve kendisine demokrat diyen biri varsa, hemen en yakındaki nefesi kuvvetli hocaya gitmesini ve kendisini bir güzel okuyup üfletmesini tavsiye ediyorum.