Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Kısa yazı ustası olarak tanınan Nusret Ertürk, son olarak Işık Taşları ile okurla buluştu. Ertürk, “Benim ilk yazarlık öğretmenim, Ümit Kaftancıoğlu’dur. Kırkın üstünde mektubuma, aldığı gün yanıt vermiştir” diyor.

Çabam az sözle çok şey anlatmak
Nusret Ertürk. (Fotoğraf: İbrahim Demirel)

Nusret Ertürk, kıdemli bir eğitimci. Yazın dünyasına çocuk öyküleri yazarak adım attı. Ardından gazete yazıları ve deneme kitaplarıyla duyurdu adını. Yayımlanmış sekiz öykü kitabı var. Ama okurlar onu daha çok son yıllarda çıkardığı deneme kitaplarıyla tanıyor. Kitaplarından bazıları Güneşler Kararmasın, Aklın Atları, Kanat Sesleri, Söz Yüzüğü, Kapı Çalınıyor ve bu yılın başında çıkan Işık TaşlarıNusret Ertürk’le yazarlık serüvenini ve kısa yazı türünün inceliklerini konuştuk.

-Okurlarımıza kendinizi kısaca nasıl tanıtmak istersiniz?

-BirGün okuruyum önce. 1945, Artvin doğumluyum. İlkokulu köyümde okuduktan sonra Cılavuz Öğretmen Okulu’nu, Erzurum Eğitim Enstitüsü’nü ve Anadolu Üniversitesi’ni bitirdim. Eğitimin her kademesinde görev yaptım. Ama ben her yaşımda öğrenci oldum. On sekiz yaşımda Ağrı ilinin bir dağ köyünde göreve başladım. Son görevim, Ankara Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevliliği idi. Okuma yazma tutkum ortaokul yıllarımda başladı. Ulusal basında ilk yazım, orta üçüncü sınıfta Ulus gazetesinde çıktı. İlk kitabım Köydeki Keklikler (öyküler) 1976 doğumludur. On beşinci yapıtım Işık Taşları bu yıl buluştu okurlarla.

-Sizi daha çok Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasındaki yazılarınızdan tanıyor insanlar. Köşeyazarı olmadan günlük bir gazetede sürekli yazabilen sayılı örneklerdensiniz sanırım.

-Öğretmen ağabeylerim Cumhuriyet ve Ulus gazetelerini alırdı. Henüz okula başlamadan böyle tanıştım bu gazetelerle. 1963 yılında Tutak’a atandığımda ilçeye Cumhuriyet gelmiyordu. Gazeteyi oraya İstanbul’dan abone olarak ben götürdüm. Cumhuriyet’le büyüdüm diyebilirim. Ama yalnızca Cumhuriyet’e değil, tüm ilerici gazetelere, dergilere destek vermeye çalıştım.

-Son yıllarda art arda deneme kitapları çıkardınız. Denemelerinizde anılara, tanıklıklara bolca yer veriyorsunuz. Diyeceklerinizi okuru sıkmadan, boğmadan anlatıyorsunuz. Bunda öğretmen kökenli olmanızın etkisi var mı?

-Kısa denemelerim çeşitli birikimlere dayanıyor. Öğretmenliğimin yazılarıma kesin katkısı var. Övünmek gibi olmasın iyi bir gözlemciyim. Notlar alırım. Nitelikli kitaplar okurum. Alanlarının yüz akı yazarlarla tanışır yazışırım. Yazma, tüm günümü alır. O kısa yazılar üzerinde yoğun çalışırım.

-Kısa yazı ustası olarak tanınıyorsunuz. Son kitaplarınızda kısa yazma işini daha da kısaltarak neredeyse “minimal” boyuta indirdiniz. İleride daha da kısalacak mı yazılarınız?

-Az sözle çok şey anlatmaya çalışıyorum. Zaman değerli. Derler ki, Yunus Emre, Mevlânâ’nın on ciltlik Mesnevi’sini okumuş. Görüşünü şu sözle açıklamış: “Çok uzun yazmışsınız. Ben olsaydım, ‘Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm’ diye yazardım.” Yazının değerini düşürmeden en kısasını yeğlerim.”

-Bir de Şinasi Nahit ustamız var. Biliyorsunuz, o da “Memleket uzun laftan battı!” sözüyle ünlüdür.

-Bilmez miyim! Küçük fıkra yazıcılığının en parlak örneklerinden biridir. Muhalif kimliğinden dolayı Menderes iktidarında sürekli içeri tıkılırdı. Kitaplarımda ondan da söz etmişliğim vardır.

-Siz de Ümit Kaftancıoğlu gibi Cılavuz Öğretmen Okulu’nu bitirdiniz. Yakından tanışır mıydınız?

-Kaftancıoğlu’nu tanımam, bana yazarlık kapısını açtı. Kaftancıoğlu benim ilk yazarlık öğretmenimdir. Kırkın üstünde mektubuma, aldığı gün yanıt vermiştir. Bir tür ‘uzaktan mektupla eğitim’ olmuştur bu süreç benim için. Aynı okulu bitirişimiz, aynı bölgenin çocuğu oluşumuz, aynı dünya görüşünü paylaşmamız bizi birbirimize yaklaştırdı.

Ümit Kaftancıoğlu, öğretmen arkadaşları Osman Topal ve Nusret Ertürk ile Hopa Kemalpaşa’daki tarihi Taşköprü önünde (1976)Ümit Kaftancıoğlu, öğretmen arkadaşları Osman Topal ve Nusret Ertürk ile Hopa Kemalpaşa’daki tarihi Taşköprü önünde (1976)

IŞIK KAYNAĞIMI YİTİRMİŞTİM

-Nasıl tanışmıştınız?

1964 yılında Ağrı’da öğretmendim. Şubat tatilinde, kendisi de Cılavuz mezunu olan ilköğretim müfettişi ağabeyimin yanına, Kars’a gitmiştim. Bir pazar günü ağabeyimle Şehir Kulübü’nde otururken, kapıdan yedek subay giysisiyle güler yüzlü biri girdi. Ağabeyimle tanıştıkları için doğrudan bizim masaya geldi. Ben “hoş geldiniz” derken adını söyledi: Garip Tatar. Adı bana ilginç gelmişti. Edebiyattan konuştuk. O gün benimle özel olarak ilgilendi. Sonra Dönemeç adlı öykü kitabıyla tanıştık. Adı artık Ümit Kaftancıoğlu olmuştu. TRT’ye girmiş, ilk önemli ödülünü almıştı. 1970 yılından sonra düzenli haberleşmeye, görüşmeye başladık. Varlık dergisinin 1976 Ocak sayısında kendisiyle yaptığım uzunca bir söyleşim çıktı. Halk ağzından öyküler derliyordu. Artvin’e yolu düştüğünde Hopa’ya özel olarak bana gelirdi. Öğrencilerimle tanıştırdım. Öğrencilerim ilk kez kitaplı bir yazar gördüler. TRT İstanbul Radyosu’ndan Köroğlu’nu dinledikleri yazardı. Televizyonun olmadığı yıllarda en çok Ümit Kaftancıoğlu programları dinleniyordu. Halka, halktan kişilere çok yakındı. Dünyada örnek gösterilen köy enstitülerini kimler, nasıl kapattılarsa Ümit Katfancıoğlu ve benzeri aydınlarımızı aramızdan onlar aldılar. Kırklı yaşların ortalarında, en verimli yıllarında kıydılar ona. Öğretmenimi, ışık kaynağımı yitirmiştim!

-Hepimizin ortak acısıdır bu cinayet. Görüşlerinizi ve anılarınızı bizimle paylaştığınız için sağ olun.

-Bana bu olanağı tanıdığınız için çok teşekkür ediyorum.