‘Trump ve (Trupgillerin) sonu’ başlıklı 5 Temmuz tarihli yazımda Trump’ın kaybedeceğini yazmıştım, üstelik iddialı bir dille. Bu öngörü burada aralarında eski diplomat da bulunan dostların yaptığı analizlere dayanıyordu. Bu dostlarla önce “Amerikan sermayesi faşizm istiyor mu?”sorusuna cevap aramıştık. Öyle ya, sermayeye rağmen veya sermaye istemediği halde faşizminden söz etmek saçma olur. Yarı sömürgelerde faşist askeri darbeler yaptırarak, sivil faşist oluşumları/partileri destekleyerek, bazen iktidara getirerek faşizm ihraç eden ABD, sonunda kendi sınırları içinde faşizmin tadına baktı. Üstelik bu faşizm henüz yeteri kadar kurumsallaşamamış, olgunlaşamamıştı; bunun için bir döneme daha ihtiyacı vardı. Buna rağmen, bir dört yıl daha devam eder ve kurumsallaşırsa, ABD için nelere mal olabileceğini gördüler.

Trump’ta cisimleşen “yeni faşizm”in bir dönem daha ABD Başkanlığı yapması uluslararası ilişkilerde hızlı bir bozulma ve bunun sonucu olarak ABD hegemonyasının iyice zayıflaması, Amerika’nın içe kapanmaya başlaması, içeride ise toplumsal çatışmaların keskinleşmesi ve birliğin bozulmasına giden yolun taşlarını döşenmesi, cahil-cühela arsızlığının eline düşen Amerika’nın ekonomik ve entelektüel değer üretiminin çok ağır zarar görmesi anlamına geliyordu. En ciddi tehlike ise Trump yüzünden iyice yükselen ABD karşıtlığı ve hızla zayıflayan hegemonya karşısında Çin’in dünya için bir umut, bir yumuşak güç olarak ortaya çıkma olasılığıydı. Yaptığımız değerlendirmelerden vardığımız sonuç, Trump (yani yeni faşizm) neo liberal kapitalizmin krizinin eseri olsa bile, sermaye -özelde ABD sermayesi- krizi faşizm ile aşmayı düşünmüyordu, krizinden çıkış yolu olarak görmüyordu. Bu yüzden, öncelikle Trump’ın tasfiye edilmesi gerekiyordu.

★ ★ ★

Buradaki dostların araştırmaları Cumhuriyetçi ve Demokrat parti arasında başkan adaylarına bağlı olarak yüzde 5-10 arasında değişen bir oy geçişi yaşandığını gösteriyor. Kemikleşmiş Parti seçmeni olmayan bu kesimden gelecek oylar Biden’ın kazanmasına fazlasıyla yetiyordu. Eski Cumhuriyetçi Başkanların ve bazı Parti ileri gelenlerinin Biden’ı açıktan desteklemeleri, onun adına çalışan bir Cumhuriyetçi komite oluşturulması işte bu Cumhuriyetçi seçmenlerden Biden’a oy kaymasını garantiye almaya, kesinleştirmeye yönelikti. Pandemi ve onun yol açtığı işsizlik ve ağırlaşan yoksulluk koşulları da Biden işini kolaylaştırdı. Trump, pandemi olmasa da kaybedecekti. Bu durumda, ABD devlet aklının seçim sürecinde Cumhuriyetçi Parti’den Trump’a karşı güçlü bir karşı çıkış gibi bir çözüm yoluna başvurması beklenebilirdi. Lafın burasında “Peki, o zaman neden daha en başta onun adaylığı ret edip başka bir Cumhuriyetçiyi aday göstermediler” sorusu akla gelebilir. Nedeni şu: Trump’ın yenilmesi istendi çünkü onun yenilmesinin güçlü bir sembolik anlamı var. Yani Trump’ın yenilmesi ABD’de faşizmin ve cahil-cühela arsızlığının yenilmesi anlamına geliyor.

Trump’ın gerçek tabanı Washington’taki o son mitinge katılanlar ve Kongre binasını basmaya gidenler gibi cahil, lümpen, eğitimsiz, yeteneksiz döküntülerden oluşuyor. Bunlar bütün dünyada her kılıktaki faşizmin kitle tabanını oluşturur. Bu cahil cühela arsızlığı Trump (ve Trumpgiller) ile birlikte bir rüya gördü: Onları “Amerika’nın gerçek sahipleri, birinci sınıf Amerikalılar, toplumun gerçek temsilcisi” olduklarına inandırdı. Bu güruh Trump’a oy verenlerin küçük bir kısmını oluşturuyor (yüzde 5 gibi). Aldığı oyların çoğunluğu Trump’ın şahsına değil Cumhuriyetçi Parti’ye verilen oylar. Cumhuriyetçiler bir odunu aday gösterse, Parti’nin (cehaletin yaygın olduğu) kemikleşmiş tabanı o oduna oy verir.

***

VE TRUMPGİLLER…

Biden döneminde ABD emperyalizminin “periferi” ile kurduğu ilişiklerde önemli değişiklikler olmasını bekliyorum. ABD’nin liberal demokrasi değerleri, hukuk, insan hakları gibi alanlara daha fazla önem vereceğini, hatta bu konularda bastıracağını; yumuşatılmış ve biraz “insanileşmiş” bir kapitalizm yoluyla hegemonyasını ve sistemi restore etmeye çalışacağını düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yeni tablo içinde Trumpgiller “onarılamaz arızalı parça” durumundalar.

Velhasıl, “Trumpgillerin tasfiyesi” tespitim/iddiam halen geçerli. Öyle veya böyle, bırakıp gitmek zorunda kalabilirler veya çekip gitmeye mecbur edilebilirler.

Hatta maç karakolda yani bir uluslararası mahkeme önünde bile bitebilir. Ülkelerini de terk etmek zorunda bile kalabilirler. Geride bıraktıkları hesabı suça bulaştırdıkları binlerce yanaşma/gönüllü suç ortağı öder.

Buradaki Filipinli akademisyen dosta “ABD, sizin Trump’ı (Dutarte) tasfiye etmek isterse ne yaparsın: ‘Ülkemin seçilmiş başkanıdır’ diyerek yanında yer alır mısın?” diye sordum. Yüzüme şaşkınlıkla baktı ve “Bu kapışma halka savaş açmış bir faşist, bir halk düşmanı diktatörle emperyalizm arasındaki bir hesaplaşma olur. Yani Filipinler halkını ilgilendiren bir tarafı yok. Onlar kendi aralarındaki hesabı görsünler; biz Filipinler halkı olarak ABD emperyalizmiyle olan hesabımızı ayrıca görürüz. Bu kapışmada ‘ülkenin seçilmiş başkanı’ diyerek bir faşistin yanında yer almak, peşine takılmak anti-emperyalistlik değil en hafif ifadeyle siyasi aptallıktır; faşizme payanda olmaktır. Bunu yapanların o faşist diktatörden daha ileri bir siyasi kültüre ve demokrasi anlayışına sahip olduklarını sanmıyorum” dedi.