Az önce Türkmenbaşı’nın bir şovunu izliyordum. Türkmenbaşı, kendisine bir araç almış, aracın üzerine de brrrrrt diye ateş eden (A-10 uçağının önüne takılı Gatling silahı gibi adeta) bir emanetle boş bir arazideki varillere ateş ediyor. Türkmenbaşı varilleri vurunca yan tarafta bekleyen 8-10 kişilik asker tayfa da TB’ı alkışlıyor. Yani şakşaklıyor… TB ilginç bir isim, ilginç bir karakter, ilginç bir deli, ilginç de bir sosyopat. İnceden otoriterlik sosuyla bezeli deli diktatör klişesinin numunelik bir örneği. Türlü türlü huyu var. Mesela tv ekranlarında kendisini gösteriyor geceleri. Bir şey de yapmıyor, ekrana bakıyor. Maksat görünmek.

Görünmezsen unutulursun diye düşünüyor herhalde… Geçtiğimiz aylarda “Korona”dan bahsetmeyi yasakladı biliyorsunuzdur belki. Bu sayede ülkesine korona girememiş oldu… Yollarda sadece kendisinin gideceği şeritler filan var, tam bir çılgın.

Hani bir zenginin yaşayabileceği bütün fantezileri görgüsüz bir biçimde yaşıyor kendisi. Öf bize ne Türkmenbaşı’ndan ama. Elalemin delisinin derdi bizi niye gersin ki? Bizim kendi dertlerimiz, kendi farklılıklarımız, kendi değişiklerimiz, kendi mantıksızlarımız, kendi görgüsüzlerimiz, kendi eşini dostunu kayıranlarımız, kendi fakirliğimiz, kendi çaresizliğimiz ve kendi güzel yalnızlığımız var. Türkmenbaşı’na maruz kalan halk için üzülüyoruz tabii ki ama bizim için mi üzülsek biraz da? O değerli empatimizi ve enerjimizi kendi mantıksızlıklarımızda, kendi fikirsizliklerimizde mi değerlendirsek? Bilemiyorum, empati kötü bir şey değil ama bir noktada da seni dağa kaçırıp hapseden Kadir İnanır’a da aşık olma bi zahmet. Halkımız sevgi dolu sonuçta…

Az önce bilgisayarımın faresi bozuldu. Çok büyük bir olay değil gibi görünse de maalesef ne yazıktır ki artık bir bilgisayar faresi bile almayı insan iki kere düşünüyor. Sonuçta hayatımı kazandığım “tezgahım” benim bir bilgisayar. Kiminin arabası, kiminin alet çantası, kiminin enstrümanı, kiminin ise bilgisayarı tezgahı oluyor. Şu anda bu satırları yazdığım bilgisayar 2011’in ortasından kalma bir alet. Yenisini almaya kalkarsam (yani şu anda kullandığımın muadilini –iMac 27”) en ucuzu 16 bin liradan başlıyor ve bu paraya alacağım aletin RAM’i benim makinamın şu anda üzerindeki RAM’inin yarısı kadar. Sabit diski 4’te biri kadar az alana sahip filan… Yani şu anda 8.5 yaşındaki bilgisayarımın yenisi yaklaşık bir 20 bin lira… Püüüüüüüü. Kullandığım farenin yenisine bakayım dedim, en makulu 400 liradan başlıyor. Çocuk gibi şu yaştan sonra Ecür marka fare filan da kullanamam. 44 yaşındayım hayat standartlarım her yıl içinde birkaç kere düşüyor. Ayağımdaki ayakkabılarım 8 ayda parçalandılar. Yeni ayakkabı nasıl alacağım bilemiyorum. Allah korusun telefonum filan yere düşse de bozulsa bittim. alcatel’e döneceğim herhalde. Yazık lan! Onca yıldır çalışıyorum, elimde avucumda hiçbir şey yok. Bir de cimri karakterimle tanınan bir insanım. Pahalı şeyleri sevmem, işimi görecek ürünlerin düzgünlerini alırım, para harcamam, lüzumsuzsa söndürürüm, gidebileceğim kadar yürüyerek ya da bisikletle giderim. Arabam yok… arabam yok lan. 44 yaşındayım ufak da olsa bir araba alıp yaylalara, doğaya kamp yapmaya gitmek istiyorum ama çok afedersiniz itibardan tasarruf olmuyor… Başımızdakiler sokak kapatıp lüks çanta ve aşırı pahalı makam arabası ihtiyaçlarını tatmin ederlerken daha ben tek başıma kendime bir yeni bilgisayar bile alamıyorum. Farem bozuk, tadım kaçık.

Bir de üzerine şimdi gece saat 12’den itibaren müzik çalmayı yasakladılar… Ne kadar da zekice bir hareket. Ne kadar akıl dolu bir tedbir, anlatamam. Maliye ve hazine bakanım da gelmiş bana “Koronavirüs salgını olmasaydı, turizm gelirleriyle beraber cari fazlayla devam ediyor olacaktık” diye masal anlatıyor… Cari açık diyor ya…

Ülke kimlere geçiş garantili emanet tam bilemiyorum. Biz yaşamıyoruz ama ödemeler cepten çıkıyor. Geçiş garantisi bize geçiyor. Cahillik ağacı büyüdü, büyüdü, büyüdü ve şimdi güneşimizi, havamızı engelliyor.

Unutmayalım, o ağaçta hiçbir canlı yetişmez, kuşlar kalmaz, böcekler üstünde yürümez.