Google Play Store
App Store

H. Nilgün Karataş, kadın cinayetlerinin sembollerinden Şule Çet ile aynı gün bir ‘camdan düşen’ ya da atılan, ancak günlerce komada kaldıktan sonra hayata tutunan Defne’nin hikâyesini yazdı.

Çalınan hayatlar
Henize Nilgün Karataş

Kardelen TATAR SİNECAN

Kadın cinayetlerinin ve patriarkal düzenin etkilerini sorgulayan gazeteci yazar Henize Nilgün Karataş’ın romanı bir sarkaç gibi 2018 Türkiye'si ile 2222’nin Mauna Kealand’ı arasında gidip geliyor ve okurunu çok katmanlı bir dünyanın içine çekiyor.

Roman kadın cinayetlerinin sembol isimlerinden Şule Çet ile aynı gece, aynı dramı yaşayan ancak hayatta kalan bir genç kızın hikâyesi ile açılıyor. Hikâye daha sonra çok farklı kanallara doğru akıyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? 

O acı olayın üzerinden 4 yıl geçtiğini öğrendiğimde “Şule o gün ölmeseydi, kim bilir şimdi neler yaşıyor olurdu?’ sorusu aklıma düştü. Defne bu soruyla doğdu, Şule ile benzer bir kaderi yaşayan ancak hayatta kalan bambaşka bir genç kadın. Derdim çalınan hayatlar: Sadece öldürerek yapmıyorlar bunu üstelik, hayattayken bile insanların elinden hikâyeleri çalınıyor, olmamız gereken kişi yerine türlü türlü rollere zorlanıyoruz. Fikir böyle ortaya çıktı, hemen o gün yazmaya başladım. Bir yandan interseks bir karakter olarak günümüze gelen Deff’in tuhaf hikâyesini yazarken diğer yandan araştırmalarımı yaptım. Günümüzün gerçeklerinden alabileceğimi aldım ve kurgu evreninin sınırsızlığı sayesinde Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar ortaya çıktı.

DEFNE YA DA BAZI TUHAF HAYATLAR
Henize Nilgün Karataş
A7 Kitap, 2025

Romanınızı 2018'de katledilen kadınlara adadınız. Defne’nin hikâyesini okurken metni feminist bir zemine inşa ettiğinizi fark ediyoruz. Bu tercihinizin nedeni nedir?

Bireysel travmaları işlerken, mağduriyetin yeniden üretiminden özenle kaçındım, nedeni öncelikle bu. İnsanlık Mars’a taşınma planları yaparken dünyada hâlâ kadınlar eziliyor, öldürülüyor, yok sayılıyor, ötelenip iteleniyorsa, kadın-erkek aklı yeten herkesin feminist bir duruşu olmalı. Haliyle ilhamını Şule’den alan bir roman yazarken yerimi belli etmem gerekiyordu. Romanın içinde Şule Çet’in yanı sıra isimleriyle andığım çocuk, kadın, trans yani hayatları ellerinden çalınan başka gerçek insanlar da var. O kadar çok dram yaşıyoruz ki bu ülkede, acıyı kurgulamaya gerek yok. Zaten yaşadıklarımız çok ağır, mağduriyetlerimizi tekrar ve tekrar yaşatmak yerine hayatlarımızın tuhaflığı üzerinden bir arayışa girdim. Bu nedenle 'Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar’a “Üç Kişilik Bir İyileşme Hikâyesi’ dedim.

Romanda Defne (Deff), Selma Rıza ve Servan’ın yaşadıkları üzerinden şekilleniyor. Bir yanda aşk, umut, arayış, diğer yanda bilim, psikoloji hatta astroloji, telepati, lusid rüyalar ve zaman yolculuğu var; çok katmanlı bir roman diyebiliriz. Bu temaları seçerken nelere gözettiniz?

Alt metinde kadın cinayetlerine yönelik tepki var. Şiddetin her türlüsüne, erkek egemen toplumun ezberlerine, hegemonyasına karşı bir tavır var, bunun yanı sıra ilişkilerimizin kırılganlığı da var. Bir de bunu tuhaf bir biçimde anlatma çabam var. Bütün bu temalar da hayatımızdaki tuhaflıkların bir tür yansıması. Asıl meselem; insanın kendisi! İnsanın yarattığı kusurlu sistemler, dayatılan normlar, gasp edilen hayatlar. Romanın 2018 Türkiyesi ile 2222 yılının Mauna Kelandı arasında geçmesinin bir nedeni de bu. İnsan doğasının temel soruları, güç, özgürlük, kabul görme, uyum, uzlaşma, ötekileştirme gibi kavramların yanı sıra toplumun, sistemin hayatlarımız üzerinde yarattığı tahribata işaret etmek istedim. Bu günümüzde bizi kendimiz olmaktan alıkoyan patriyarkal düzen ya da kapitalizm olabilir, gelecekte başka bir sistem. Çoğu roman gibi Defne üzerine de farklı okumalar yapılabilir; sanırım her okur kendine en uygun hikâyeyi bulacak.

Bütün bu meseleler karşısında yazarların sorumluluğu var mı?

Yazara bir görev atfetmek istemem, o nedenle bunu bir sorumluluk olarak tanımlayamam. Ancak yazarların yaptığı işin; çağının meselelerini kayıt altına almak, bunların nedenlerini, sonuçlarını sorgulamak olduğunu söyleyebilirim. Çoğu hikâyenin özünde sevgi, korku, iyilik, kötülük, uyum, uzlaşma, kendini var etme çabası gibi evrensel temalar var. Hepsinin kökeninde de insanın kendi varoluşuyla yüzleşme çabası yatıyor. Temelde edebiyat; sadece yazı sanatı değil, hem bireysel hem de kolektif bir anlam arayışı, bizi biz yapan ‘şey’leri yeniden tanımlama çabası.

Romanınızda karakterlerin Defne’yi merkeze alarak birbirleriyle olan ilişkileri, çatışmaları, değişimleri, dönüşümleri söz konusu. Üç ana karakter hem yaşadıklarıyla hem de olaylara karşı duruşlarıyla üç farklı kişi. Defne, Selma ve Servan bu benzemezlikleri ile neyi sembol ediyor?

Bilebildiklerimiz karakterlerin bizimle paylaştıkları, her birinin o noktaya gelinceye kadar çok farklı hikâyeleri var. Defne -komadan uyandıktan sonraki ismiyle Deff- gelecekten gelmesine karşın geçmişi simgeliyor. Geçmişi düzeltme çabasıyla kendine yeni bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Selma’nın kaygısı gelecek, pasif agresif bir tavırla geleceği şekillendirme gayretinde. Servan, anda kalmaya çalışıyor, geçmişin karanlığında, geleceğin bilinmezliğinde kaybolmak yerine anda olana anlık çözümler arıyor. Aslında herkes kendisi olarak var olmak isterken, hem başkalarının yazdığı hikâyelerin içine çekilip hem de diğerlerini çekmek istiyor. Bir yandan mevcut düzenin sınırlarını zorluyorlar diğer yandan yeni sınırlar çiziyorlar. Karakterler kurmaca da olsa insan…