Neredeyim ben, hangi yüzyıldayım? Gördüklerim ve duyduklarım, zihnimin kurguladığı bir oyun mu, yoksa hakikat mi? Belki, yenildim. Belki, çalınan kelimelerimle birlikte ben de yok oldum

Çalınan kelimeler

MERVE YAKUT

Aslı Erdoğan’a...

Koltukları eskimiş, duvar boyası yer yer dökülmüş, küçük, köhne dükkânda huzursuzdum. Oysa açık pencereden içeriye ilkbahar kokusu dolmuş, saç boyasının kesif amonyak kokusunu katlanılabilir kılmıştı. Burası Beşiktaş’ta, Serencebey Yokuşu’ndaki eski bir apartmanın zemin katında yer alan, modernleşmemiş, modernleşmek istemediği her hâlinden belli, bakımsız, kutu gibi bir salondu. Duvarlarda şimdi çoktan yaşlanıp gözden düşmüş mankenlerin, oyuncuların büyük boy fotoğrafları asılıydı. Elbette, hepsinin saçları “ahenkle dans ediyor”du. O öğle sonrası, -ahenkle dans etmekten hayli uzak- asabiyetle isyan eden saçlarımdan kurtulmak üzere fevri bir karar almış, kendimi daha önce hiç gelmediğim bu tuhaf dükkânda bulmuştum. Radyoda, Demet Sağıroğlu’nun “Bir Vurgun Bu Sevda” isimli şarkısı çalıyordu. Fön makinesi gürültüsünün şarkıyı kabaca bastırmasından hiç hoşnut değildim.

Ne vakit beni kahreden bir hadise vuku bulsa, hıncımı saçlarımdan çıkarırım. Evim iki gün evvel soyuldu. Çalınan bilgisayarımın içinde, başka nüshası bulunmayan bir roman dosyam vardı. Evimi tarumar edilmiş hâlde bulduğum o sabahtan beri çok öfkeliyim. Neden bilhassa romanımı çaldılar, yazdıklarımdan niye korkuyorlar? İyi ki evde değildim, öldürülebilirdim. Zira hırsızlar ekseriyetle katil de olurlar. Bir yazarın biriktirdiği emeği, kelimelere verdiği kıymeti, yazarken çektiği acıları zerre kadar anlamazlar. Bir kuş gibiyim şimdi, kelimelerim elimden (ç)alınmış. Dört duvar arasına hapsolmuş kuş gibiyim. “Zaten ömür boyu hep sahte, cansız bir dünyada, bir hapishanede yaşamıştım, gerçekliklerinden bile emin olmadığım insanlar arasında soluksuz kalmıştım.”* Şimdi, suçluların yakalanıp cezalandırılacağı günü bekliyorum; umutla, sabırla, özgürlük özlemiyle.

Sakinleşmek ihtiyacıyla, sehpanın üzerindeki aylık kadın dergilerini karıştırmaya koyuldum. En yeni dergi, 1999 senesinde basılmıştı. Ardından, gözüm “Elele” dergisinin üzerindeki tarihe ilişti: 1997. “Lady Diana ile sevgilisi Dodi al Fayed, paparazilerden kaçarken elim bir trafik kazasında hayata veda ettiler.” Asi prenses Lady Di’nin kısa, sarı saçlarını düşündüm; inci küpelerini, BBC televizyonuna verdiği cesur röportajı, Kraliyet Ailesi’nin katı kaidelerini hiç umursamayıp canının istediği gibi, hür yaşamasını. Kraliçeden çok kraliçeci olmayan İngiliz halkı, ona “Halkın Prensesi” diyordu. Haklıydılar. O, muhtaç insanlara yaptığı büyük yardımlarla beraber, “halktan biri” olarak yaşadığı için de Halkın Prensesi’ydi. Ben bu olayın kaza değil, cinayet olduğunu düşünenlerdenim. Lady Diana, kurulu nizamın dışına çıkanlara tahammülü olmayanlarca katledildi. Otoriteye karşı çıktığı için öldürüldü; farklı olduğu/davrandığı için. Kin, nefret, haset içinde kalbi kararanlar; kandan, katliamdan, savaştan beslenenler bize düşmandır.

Derken, saçları permalı, bahçıvan pantolonunun içine fosforlu yeşil bir tişört giymiş, genç bir kadın içeriye girdi. Kadın, çantasından çıkardığı tetris oyunu ile oynamaya başlayınca zaman mefhumunu külliyen kaybettim. Bu mekân, bu insanlar, bu şarkılar, dergiler... Neredeyim ben, hangi yüzyıldayım? Gördüklerim ve duyduklarım, zihnimin kurguladığı bir oyun mu, yoksa hakikat mi? Belki, yenildim. Belki, çalınan kelimelerimle birlikte ben de yok oldum. Hayır! Bu baskı, yasak, sansür devrinde mağlubiyeti kabul edemem. Kaybolan romanım ile beraber kendimi de kaybedemem. Her zamandakinden daha kuvvetli olacağım. Hırsızlar, bittabii yakalanacak. Çalınan kelimelerime kavuşacağım. Velev ki kavuşamadım, yeni bir romana başlarım. Bu defa daha güçlü, daha şevkli, daha ümitli olarak. Her şeyi alabilirler bizden, ümidimiz hariç.

Yanıma gelen kuaförün sesiyle irkildim:

“Böyle oturun, lütfen.”

Gözlerimi ovuşturdum, etrafıma baktım. Yanımdaki kadının elinde tetris değil, cep telefonu vardı. Saçları dümdüzdü. Giydiği tişört, çağla yeşiliydi. Dergilerin arasında 2016’nın temmuz ayında yayımlanmış bir dergi daha gördüm. Eski şarkılar art arda çalmaya devam ediyordu, duvardaki fotoğraflar doksanlı yıllarda çekilmişti ama onun haricinde her şey, yirmi birinci yüzyıla aitti.

Sayfalarında epeyce gezindiğim dergiyi bulup sehpadan aldım, asi(l) merhumenin fotoğrafını kuaföre gösterdim:

“Saçlarımı kestirmek istiyorum. Lady Diana modeli olsun.”

* Aslı Erdoğan, Kabuk Adam (S. 39)
Eylül, 2016
İstanbul